“Hiçbir kadın evleneceği adam için keçi denilmesinden hoşlanmaz.”
Gündelikçi Türkan’ı ilk kez Muharrem’in salonunda, camdan, öylece dışarıya bakarken görürüz. Temizliğe girişirken gözyaşlarını savurur Türkan. Sofraya oturur, huzursuzluğunun ardındaki nedeni, onu inciten ‘yalnız’ ev sahibini anlatır Muharrem’e. Bizzat ‘yalnız’lığın erbabı olan Muharrem’den farkımız, üç çocuğu uğruna ekmek kavgası veren ‘koca’sız Türkan’ın içindekileri, asıl derdini daha o vakit anlamış olmamızdır.
Varoluş tohumlarının, alınamayan hıncın, ezbere bildiğimiz korkuların ve aşağılık addedilen şeylerin en az yarısının perdeye nüfuz ettiği filmimizde, özellikle ve en çok bir sahne buram buram Demirkubuz kokar: Türkan’la Muharrem’in final harbi! Sözüm Dostoyevski’den dışarı, memurumuz, Demirkubuz’un mütemadiyen galeyana gelen erkeklerinden biri olarak, masanın diğer tarafındaki kadına bağırır, onu bir temiz aşağılar ve kovar. Sebep yalnızca Türkan’ın, Muharrem’in verdiği akıllara uymaması ve cinayet planını uygulayamaması değildir. Muharrem’in dış sesiyle bol bol tescillediği acınası ininde ve aleminde Türkan’ın önemi tartışılmaz. Oysa o ‘cahil’ Türkan, şimdi başka bir adamla evlenmek üzeredir. Üstelik o adam, ‘yarım’ bir adamdır. Türkan, kendi kendini kemirmiş Muharrem’i, sefil (ve gururlu!) kimsesizliğiyle baş başa bırakmaktadır. Terk ediş, Türkan’ı tek celsede ‘orospu’ kümesine katmak için yetip artmaktadır.
“Ne istiyorsun benden Bekir?”
Ne bir söz, ne bir vaat… Caz yapmaz, neyse odur! Bekir, bu ‘kaltak’la aynı mahallede büyümüştür. Onu ilk gördüğü anda tornavida yemiş gibi olmuştur. Olsundur! Bizim Uğur, Zagor’a sevdalıdır. Memlekette girip çıkmadık mapushane bırakmayan belalı Zagor’un uğrunda ömrünü çürütür. Paris Gazinosu’ndan Kale Mahallesi’ne sürüklenir. Bekir, suratına silah dayadığında, ona “Sıksana lan!” diyecek kadar yürekli, her tür sıkıntının hakkından tek gelecek kadar çetindir.
Masumiyet’te de Kader’de de bütün karakterler yenilmiştir. Kader kadınlarının (Uğur, Uğur’un annesi, Bekir’in karısı…) ciğerleri yansa da gözyaşı dökmeye bile hakları yoktur. Ama ne orospuluğu ne kahpeliği kalan Uğur’dur. Ne de olsa Bekir, mutlak teslimiyetle Uğur’un peşinde yıllarını yer. Varsın yesin, nafile! Uğur tarafından her reddedildiğinde, erkekliğine halel gelir. Bekir’in kitabına göre, bu işin sonunda ya o ya Uğur ölecektir. (Ki ‘iki seçenekli ölümler’ de yönetmenimizin tanış emarelerindendir.)
Uğur’un hem Demirkubuz kadınları içinde hem de memleket sinemasındaki yeri dokunulmazdır. Derya Alabora da canlandırdığı karakterler içinde onu tek geçer. Demirkubuz’un gerçeklik algısı bir kez daha burnumuzun dibindedir, Uğur yaman bir ‘gerçek’tir. Kendisinden başka kimsecikler ona bir şey dayatamaz, eziyet edemez, onu sınayamaz. O, seçtiği yolda kendi başına var olan bir kadındır. Bekir, dilerse milyonlarca kez “Orospu!” desin, fark etmez, zati Bekir’i delirten de yiyip bitiren de Uğur’un orospuluğudur, heybetli varoluşudur.
“Ne zaman işine gelmeyen bir şey söylesem hemen tehdit etmeye başlıyorsun.”
Demirkubuz diyor ki, “Ben karakterlerim konusunda gerçekçi olmaya çalışıyorum. Her gün, her gece, hava kararınca, insanlar kendi dünyalarına çekilince, Harun ve Nilgün gibi yüzlerce şey oluyor, daha fazlası… Her gece bu ülkede cinayetler işleniyor, bir sürü acı yaşanıyor, bir sürü hesaplaşmalar, sorgulamalar, düşünceler… Zaten bunun hatrına sinema çekiyorum. Olmayan şeyleri varmış gibi göstermek ahlaksızlık ve gerçek dışı.”
Nilgün, vaktiyle kocasının biricik arkadaşı Harun’la kocasını aldatmıştır (Filmimiz için o zamanlar epey geride kalmıştır.). Nilgün’le Harun epeydir evlidir (Harun için o zamanlar bir türlü geride kalamamaktadır.). Harun emindir, o da tıpkı can dostu(!) gibi aldatılacaktır.
Erkeğimiz kuşkusunda boğulurken ve o kuşkuda haklı çıkmanın verdiği dehşetli psikolojiyi sere serpe yaşar iken sevdiği kadını, o duvardan bu duvara atmakta sakınca görmemektedir. Yatak odasında cereyan eden ve öldürme tehdidinden sözde hor görmeye uzanan kavga sahnesinde, Nilgün düşüncelerini Harun’un kalbine kalbine çarptıkça daha da orospulaşır. Hıyaneti değil, karısının, zamanında onu yalnızca bir ‘arzu nesnesi’ olarak gördüğü gerçeğini kaldıramaz Harun. Nilgün’e vurması, sövmesi yüreğine oturan acıyı bastırmayınca, hıçkırarak ağlar karşılıksızlık karşısında. Yok, o da fayda etmez. Harun’u mazlumu oynamakla itham eden Nilgün, bir başka adamın kollarına gider.
İtiraf, Nilgün için nicedir sakladığı gerçekleri dillendirmektir, Harun için ise kabul etmektir. Filmimizin finali, yazıda adı geçen diğer Demirkubuz eserleri kadar ağırdır. İtiraf, Harun’u takip ederken, eşzamanda Nilgün’ün neler yaşadığını sona bırakır. Nilgün, tüm sarsıntılarına karşın şu anda bile hem Harun’a dayanıklıdır hem de Harun’dan daha dayanıklıdır. Tıpkı diğer Demirkubuz kadınları gibi.
Taner Birsel, rol arkadaşı Başak Köklükaya’ya “Nasıl baştan çıkardı seni Zeki?” diye sorduğunda, Köklükaya, “Ben Zeki’nin karşısında hep baştan çıkmış vaziyetteydim.”, der. İlk teslimiyet Üçüncü Sayfa’ya denk düşer.
“Düşünsen ne olacak? O da başka bir çaresizlik…”
‘Bir annenin biraz ağır olması gerekir’ gerekçesiyle Sibel Can’ın hareketlerini tasvip etmeyen Meryem… Keyfince sigarasını tüttüren Meryem… Çoluğunu çocuğunu doyuran Meryem… Ellerin evlerini silip süpürerek kendi evini çekip çeviren Meryem… Her gece bir temiz dayağını yiyen Meryem… Elinden dayaktan gayrı bir iş gelmeyen kocasına bağırıp çağırmakla yetinmeyen Meryem! Evet, ‘karşılık vermek’le yetinmiyor. Artık sürünmek istemiyor. Yaşamak için bazı karanlıkları göze almaktan çekinmiyor.
M.’nin planına göre; birileri harcanmalı. Canına tak etmiştir yaşadıkları! Belleğimize gömülüvermedi mi, onun dakikalarca, gariban İ.’ye ve bize anlattıkları? Üçüncü Sayfa’nın M.si rahata kavuşmalı. Gerçi kurcalamaya gerek yok, “Orospu!”deyip kestirip atabiliriz.
Üçüncü Sayfa’da Meryem’in daha çok ağzından çıkanları ama biraz da kafasında yerleşik kalanları dinlediğimiz sahneyi şöyle anlatır Demirkubuz: “Bazen kafamızın içinden gerkçek geçer ama ağzımızdan işimize geldiği gibi dökülür. O sahne, bu durumun sinemasal karşılığını düşünürken çıktı. Meryem orada hem doğru söylüyor, bazı şeyleri de anlatmıyor.”
Doğruları ya da gerekenleri söylerken, çıldırırken, çıldırtırken, ölürken, öldürürken, dirilirken, erkekler onları damgalarken görürürüz biz bu karakterleri. Sevdalanırız onlara.. Bir inanırız bu kadınlara, bir de bakarız seneler geçmiş… İster “kaderdir, yazgıdır”, deyin; ister “çiledir, ızdıraptır”. Türkan, Uğur, Nilgün, Meryem fark etmez hepsi, (memur, aylak, mühendis, figüran… fark etmez) erkeklerin ödünü koparan kadınlardır. Ne yaşamak istiyorlarsa onu yaşarlar. Kime ne yerlerinden, yurtlarından, nüfus cüzdanlarından? Edilgen değildirler, asla sinmezler, karşı dururlar. Bu kadınlar tam da bundan dolayı ‘orospu’durlar.
“UYARI: Bu yazıyı Masumiyet, Kader, İtiraf, Üçüncü Sayfa ve Yeraltı’nı izlemiş sinemaseverlerin okuması tavsiye edilir.”
Ceylan Özçelik – Mayıs 2012