Toprak evler yoksulluğun simgesi, taş evler zenginliğin. Tarih boyunca kırsal kesimde yaşayan insanların imece usulü inşa ettikleri toprak evler uzun bir dönem toprak ve doğa ile koyun koyuna yatarak yaşanılan bir dönemin yaşam tarzını oluşturmuştur. Malzemesi doğadan olması, kalın toprak duvarların yaz sıcağını kış soğuğu içeri almayı ret etmesi köylülere uzun bir dönem-hatta bazı uzak köylerde halen- ucuz ve pratik bir yuva olmuştur.
Ev yan yana yapılan odalardan ve bir ahırdan oluşur. Her odanın avluya açılan bir tahta kapısı olup duvarlarında birer tane bulunan ve genelde küçük küçük kareler şeklinde yapılan pencereler vardır. Evin içinde ya da yanında tuvalet yapılmaz; tuvalet ihtiyacı genelde bahçelerde giderilirdi. Bu arada eve bitişik geniş bir oda bulunurdu. Bu oda ahır ve odunluk olarak kullanılırdı. Bu odaya da ailenin yaşadığı ve yaşamın aktığı yan odadan ayrı bir kapı ile girilirdi. Bunun sebebi özellikle kışın soğuk ve yağışlı havalarda ahıra girişlerin kolay olması, ineklerin rahatsızlığı veya doğum yapma durumlarında da bunun hemen fark edilebilmesidir. Kalabalık ailenin beslenmesinde ve kaderinde ineklerin o kadar çok değeri vardı ki anne babalar ineklere sürekli gözaltında tutar onlara ailenin fertleri gibi davranırlardı. Çünkü genelde kalabalık olan aileler için ineğin olmaması açlık demekti. Birkaç defa yaşadığım bir anıyı anlatınca ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak. İneğimizin hasta olduğu dönemlerde annem o kadar üzülürdü ki… Gece boyunca ineğimize bakmak için tahta kapıyı her açtığında duyduğum gıcırdayışlar hala kulağımda çınlar, elinde tuttuğu gaz lambasından çıkan gaz ve odanın defne sabunu kokusu da burnumda taptaze durur. Annem sabah oluncaya kadar ahıra defalarca girip çıkardı. İneğimizle hasta insanla konuşur gibi konuşarak ona cesaret ve moral vermeye çalışırdı. Sonra yatağına tekrar uzanır ve uykuya dalıncaya kadar önce ineğimiz sonra biz çocukları için dualar okurdu. Bu dualar bana da ninni olur, kapı tekrar gıcırdayıncaya kadar uykuya dalardım. Yağmurlu ve gök gürültülü havalarda fena ürker, kiremitler arasından giren şimşeklerin korkusuyla yer yatağında yan yana yattığımız kardeşlerimle beraber yorganı üstümüze kapardık. Hele bir de yazın çatıda yılanların fareleri kovalarken çıkardığı hışırtılar ve zaman zaman onlarla göz göze gelmemiz vardı ki anlatılacak gibi değil. Ama sonuçta bu canlılarla beraber yaşamaya alışmıştık. Kimimiz çatı içinde kimimiz çatı altında. Hayat, toprak, bitkiler ve hayvanlarla öyle iç içeydik ki. Onlarla zıtlaşmadan, uyumlu ve işbirliği içerisinde hayat akıp giderdi. Şimdinin modern hayatından çok farklı değil mi?
Toprak evler nasıl kullanılırdı? Oturma, banyo ve mutfak olarak kullanılan orta odanın ortasında Kızılderilililer gibi ocak yapılırdı. Bu ocakta gaz lambasının loş, ölgün ışığında yemekler pişer, ateşin kenarında yer sofrasında yemekler yenir, tohumlar çimlendirilir, ertesi günün yemekleri hazırlanır, dedikodu yapılır ve kavgalar edilirdi. Odanın oldukça geniş bir kısmını tahıl ambarları doldururdu. Bu ambarlarda kışlık erzakların arasında bez torbalardaki kuru incirlere, bal kavanozlarına dadanmak en büyük zevkimizdi. Ambardan çıkarılan karpuz ve kavun tohumları kavrulur, mısırlar patlatılır ve büyük bir hengâme içerisinde ailenin gece eğlencesi başlardı. Ocaktan çıkan dumanlar arasında anamızın kendi dilinde-Arapça anlattığı masal ya da korku hikâyelerine ineklerin ve buzağıların möleme sesleri karışırdı. Binbir gece masallarının basit versiyonunu yedi yaşlarımdayken Necime neneden duymuştum. Şaşırtıcı olan kalabalık ailenin 20 m2 yerde iç içe yaşayabilmeyi becerebilmesi idi. Bugün Toprak evlerin üç misli büyüklüğünde geniş beton binalarımızda yaşıyor olmamıza rağmen hayatın bize hala dar gelmesi gülümsetiyor insanı.
Hafta sonu herkes dışarıda iken kazanlar kaynatılır ve çocuklar eve teker teker çağırılıp banyo ettirilirdi. Odanın bir köşesinde bulunan banyo dediğimiz bölüm meyilli bir beton zeminden ibaretti. Yan tarafta yağmur suyu ile doldurulmuş kazan kaynarken anne ve ablalar küçük çocukları defne sabunu ile bolca yıkamaya çalışırdı. Banyodan sonra bit ayıklama seansları başlardı. Evin avlusunda defne sabunu, nar ekşisi ve salça kazanları mevsim sırasına göre kurulurdu. Biz çocukların işi oyunla karışık aileye yardım etmek ama arada da bahçeden toplanan ve kazanların altında közlenen leziz mısırları iştahla yemekti. Bu lezzet hala damağımda ve şimdiye kadar yediğim hiçbir mısır onun yerini alamadı.
Toprak evler (El Byüt el Trab) insan, yemek, buzağı, is, falat (inek dışkısı), toprak ve gaz lambası kokusu taşırdı. Evin çatısında güvercinler şen şakrak gezinir, duvarlarına oyulmuş yuvalarda güvercin yavruları beslenme saatlerini beklerdi sabırsızca. Narçiçekleri pencerelerden içeri girmiş olurdu ağustos başlarında. Kilitleri yoktu, misafirleri çoktu. Yoksunluğu da çoktu ama içinde yaşanlara hep sevgiler sunardı. Özlemimiz Toprak evlere, kültürüne ve masalımsı yaşam şekline.
Toprak evler göçüp gidiyor. Heybetli ve soğuk beton evlerin kuytu gölgelerinde direnmeye çalışıyorlar tek tük. Onlara çok az bırakılan bahçeleri ve ağaçları ile. Diriliş olabilir mi? Savaş kazanılabilir mi? Biz deniyoruz. Birini kurtardık. Şimdi toprak duvarlar insan sesleri ve sıcaklığı ile tekrar buluştu. Görmek ister misiniz?
Mehmet Ateş – Aralık 2011