-Bize kendinizi tanıtırken, mesleğinizi, ailenizde kimlerin yaptığını ve sizin nasıl başladığınızı nerden merak sardığınızı anlatabilir misiniz?
-Antakya doğumluyum. Ata yadigârı bir mesleği sürdürmeye çalışıyorum. Eski atalarım hattattılar. Hattat dediğiniz estetik yazı yazmak değil de biz bunu Eski Arapça kitapları fotokopi şeklinde kendi yaptıkları kamış kalemle kendi yaptıkları mürekkeple fotokopi matbaa gibi yaptıkları iş. Örnekle açıklayayım: Adam geliyor bir kitaptan bir nüsha istiyor. Hattat bir süre sonra isteği yerine getiriyor.
Mesela bir kitap çok iyi satış yapıyor. Durum böyle olunca bizimkiler düşünmüşler: “Biz ne yapıp da bu kalın kitabı daha kolay, daha ucuz şekilde sunabiliriz isteyenlere.” Bizim yöreye özgü bir taş var. Sonradan taşın kimyasal analizini yaptırdık Gümüş cevheri taşıyan bir mineral. Fakat fazla ki belki Allah’a şükür ki fazlası yok.
-Peki yaptıklarınızı kime satıyorsunuz, kimler satın alıyor?
-Gelenekten görenekten yararlanarak ilk olarak turistik eşya ürünlerini küçük biblo, minyatür heykel şekline dönüştürdüm. Daha sonra daha değişik kompozisyonlara büründüm yani Sokrates’in başı, Zeus’un başı, Apollo başıymış, heykeliymiş. Yani gittikçe daha büyüdü şimdi mermer çalışmaları yapıyoruz. Mezar çalışmaları yapıyoruz. Bizim yöreye özgü küçük çalışmalar yapıyoruz. 80 yılın verdiği tecrübe.
-Hangi heykeli yapacağına nasıl karar veriyorsunuz? Yaparken nelerden faydalanıyorsunuz?
-Bu olayı etkileyen birçok faktör var. İcabında siz herhangi bir heykeli düşünmüşsünüz barındırmak veya sahip olmak istiyorsunuz gelip diyorsunuz ki: “Üstad ben bu heykeli istiyorum.” veya portreyi biz de yapıyoruz yani yaptığımız bundan ibarettir. Bu bir. İkincisi ise domuz eti sattığımızın farkındayız. Yani herkes gelip size heykel siparişi verecek değil. Heykel memleketimizde son ve son düşünülecek nesnelerden bir tanesinden olduğunu da biliyoruz. Onun için boş oturduğumuz zamanlarda taşı elimize alıyoruz bu nasıl bir Venüs olabilir bu nasıl bir defne olabilir bu nasıl bir deniz olabilir bu nasıl bir Zeus, Aristo olabilir. Veya bu taş neye uyar. Yani icabında kendi düşüncemizi kendi hayallerimizi taşın üstüne uyguluyoruz taşa ne şekil vermek istiyorsak onu yapıyoruz.
-Peki bu ‘Antakya Tarihi’ projesinde en çok yaptığınız eser veya isim nedir?
-Antakya tarihte geniş bir yere sahip Roma döneminde dünyanın üçüncü büyük şehri derler ve Doğu’nun kültür merkezi. Dolayısıyla kültürümüz tarihsel açıdan çok zengin. Model bulmakta pek zorlanmıyorum. Tabiî ki yöremize özgü heykeller, yöremize özgü isimler, eskiden meşhur olmuş, Defne’dir, Apollo’dur… O tür şeyler tabii ki daha ön planda.
-Peki mesela örnek olarak Tyche heykelini kaç tane yaptınız ve kaç tane sattınız?
-Esasında geniş açıklamalı bir olay. Yani biliyorsunuz heykel herkes tarafından ilgi gören bir olay değil. Yani leblebi de değil. Peynir de değil. İnsanın sahip olmak istediği son örneklerden biri. Biz yüzlerce binlerce Tyche heykeli yapıp satmışızdır ama minyatür türde, üzerinizde taşıyabileceğiniz boyutlarda. Seven ilgili bir kişinin evinin salonunda dekoratif amaçla kullanabileceği türde. Yüzlerce Tyche heykeli, yüzlerce Defne heykeli, yüzlerce Apollo heykeli… (Gülüşmeler.) Ve hepsi teker teker elle yapılarak ve taştan yontularak yapıldı ardından satıldı.
-Peki yaptığınız eserlerin sizde kayıtları oluyor mu? Belgeleri, fotoğrafları…
-Maalesef. Her şey finans değil. Ben yapmasını bilirim, kayıt tutmasını dosya oluşturmayı beceremem. Belki de sanatçının yapabileceği en zor şeylerden biri de o. Yaparız, gelen müşteriye satarız ya da veririz. Bundan ibarettir bizim yaptığımız. Kayıt tutmak değil.
-Peki babanızın müzeye yaptığı ilk heykel hakkında bilgi verir misiniz? O yıllarda müze müdürümüz Süheyla Keskin. Teşvik ile yapılan heykellerin öyküsü elinizde var mı?
-1960ların ortaları sanıyorum. Türkiye’de sanatçıların desteklenmesi yönünde akım var. Turizm ve kültürel açıdan Türkiye’nin tanıtılması hususunda. O zaman müzeler veya kültür kurumları dernek halinde. Bu dernekler vasıtasıyla o yörede bulunan ve o yöreye özgü el sanatlarını, materyalleri hem tanıtım için hem yapıcısına da biraz kar sağlamak amacıyla bu işi pazarlamaya çalışmışlar, bahsettiğiniz Süheyla Keskin. Bu işe gerçekten çok katkısı bulunan, saygı duyduğumuz biri. Bu işin babası değil de anası sayılacak kalitede bir insandır. Yaptığımız eserleri dernek sayesinde gelen yabancılara satılmasını sağlamıştır. Ve böylelikle hem yöremizi hem memleketimizi turistlere tanıtmaya çalışmıştır, tanıtmıştır da. Bize yaptığı katkı da bu işin devamı için önemli bir adımdır.
-Peki ya sizden sonra bu sanat devam edecek mi? Yerinize gelecek var mı?
-Aynı lafı tekrar etmenin anlamı yok. Yaşayabilmek, ayakta kalabilmek çok güç. Her şey finans işi, her şey para işi. Çocuklar yaptığımız işin zorluğundan bir ikincisi de pazar zaafı durumundan hevesli olsalar bile her nasılsa baba mesleğidir, dede mesleğidir diyerekten taş, toz içinde okulun bittiği dönemlerde bir şeyler yapmak istiyorlar. Ama ana hedef olarak yapacakları meslek bu değil.
-Peki yapabiliyorlar mı bari bir şeyler?
-Taşı eline alan herkes bir şeyler yapabilir. Bunu unutmayalım. Zanaat yapmak olabilir ama sanat yapmak bambaşka bir olay. Bizim meslek taşı okuyabilme ve onu şekillendirebilme mesleğidir. Siz taştaki yazıyı okuyorsunuz, çıkartıyorsunuz ve başkasının okuyabilmesine de vesile olabiliyorsunuz. Bizim yaptığımız o taşın içindeki şiiri çıkartmak.
Mehmet Oflazoğlu – Ekim 2011