Figüranlıktan yapımcılığa, senaryo yazımından oyuncu keşfine, fotoroman yöneticiliğinden sinema yönetmeliğine uzanan pek çok iş yapan Arif Keskiner ile yapımcısı olduğu Türk sinemasının en önemli klasiklerinden Selvi Boylum Al Yazmalım filminin hiç bilmediğiniz yönlerini ve Türk sinemasını konuştuk.
Selvi Boylum Al Yazmalım filminin çekim serüvenini anlatabilir misiniz? Nasıl ortaya çıktı?
Bu filmin çekim serüveni gerçekten çok ilginçtir. 1977 yılında kapıcılar kıralı filmimizin pazarlaması için yönetmen Zeki Ökten ile birlikte Moskova film festivaline gitmiştik. Moskova’da Cengiz Aytmatov’a rastladık. Cengiz Aytmatov’u Yıllar öncesinden tanıyordum. Sohbet sırasında bana ‘‘Benim öykülerimden hiç film yapmıyor musunuz?’’ diye sordu. Bende ‘‘Yapılıyordur ama isminizi yazmıyorlar herhalde. Çünkü bir Sovyet vatandaşının ismini afişe yazmak biraz yürek ister. Ama bir ben yaparsam filminizi isminizi afişin en üstüne yazacağım’’ dedim. Türkiye’ye döndüğümüzde Atıf Yılmaz yönetmenliğinde Türkan Şoray’ın rol alacağı bir film çekecektik. Şehir Tiyatroları’ndan arkadaşımız Türker Tekin’in bir öyküsü vardı. Bu öykü üzerinde çalışmaya başladık. Öykü güzeldi ama senaryolaştırılınca kapkara bir senaryo çıktı.
Atıf abi Türkan hanımla bu iyi çıkmayan senaryo üzerine konuşurken, Türkan hanım, ‘‘Cengiz Aytmatov’un çok güzel bir öyküsü var. Onu yapalım’’ demiş. Ertesi gün Atıf abi ‘‘Cengiz’in böyle bir aşk hikâyesi varmış. Biliyor musun?’’ diye bana sordu. Bildiğimi, çok güzel olduğunu hikaye olduğunu, öyküden çok fotoromanının yapıldığını ve herkesin bu hikayeyi bildiğini söyledim. Atıf abi bana ‘‘madem bu kadar güzel onu yapalım. Cengiz senin arkadaşın mektup yaz izin al’’ dedi. Bende bunun üzerine Cengiz Aytmatov’a bir mektup yazdım. Mektupta Selvi Boylum Al Yazmalım adlı öyküyü film yapmak istediğimi, izin verirse senaryoyu yazmaya başlayacağımızı, bitince de kendisinin onayına sunacağımızı söyledim. Her şey tamam ama Cengiz’in adresi yoktu. Zarfın üzerine ‘‘Cengiz Aytmatov Sovyetler Birliği’’ yazdım, gönderdim. On beş gün sonra Cengiz’den bir telgraf aldım. Telgrafta bu kararıma çok sevindiğini senaryoyu okumasına gerek olmadığı, çekilen filmi görmek istediğini yazmıştı.
Atıf abi ile konuşup senaryoyu Ali Özgentürk ile birlikte yazmaya karar verdik. Hemen ekibi kurduk. Film Osmaniye’de Aslantaş Barajı’nda çekilecekti. Türkan hanımla birlikte Kadir İnanır ve Ahmet Mekin oynayacaklardı.
Her zamanki gibi acelemiz vardı. Bir an önce filmi bitirim o sezon vizyona girmemiz gerekiyordu. 1977’nin Kasım ayı ortalarında çekime başladık. Ancak 1978’in Ocak ayı başında tamamladık. Nisanda vizyona girdik.
Selvi Boylum Al Yazmalım Selvi Boylum Al Yazmalım
Film klasik bir film olmadığı için önce fazla ilgi görmedi. Çünkü o güne kadar Türk filmlerinde filmin baş kadın oyuncusu, baş erkek oyuncuya kalırdı. Bizim filmimizde bunun tam tersi olmuştu. Bu seyirciyi şok etmişti. Sevginin emek olduğu sloganını seyirci, geçte olsa anladı. İşte o zaman çok beğenildi.
Film o yıl Türkiye’yi temsilen Taşkent Film Festivaline gönderildi. Festivalin açılışı bizim filmle yapıldı. Giderken 1000 adet kenarları pullu oyalı kırmızı yazma götürmüştüm. Üstüne de siyah renkte filmin asıl afişini bastırmıştım. Açılışta yazmaları dağıttım. Salon gelincik tarlası gibi olmuştu. Filmde çok beğenilmişti. Hatta öyle ki dönüşte dönemin başkanı Bülent Ecevit’ten ülkemizi iyi temsil ettiğimizden ötürü tebrik telgrafı almıştık.
Cengiz Taşkent’e gelmemişti. Neden gelmediğini merak ediyordum. Birkaç gün sonra kaldığım otele iki kişi geldi. Biri Kırgızistan Kültür Bakanı, diğeri Sinema Bakanı’ydı. Cengiz Aytmatov’un elçileri olduklarını, bizi Kırgızistan’a davet ettiklerini söylediler. Filmi de alıp ekip halinde gittik. Çok iyi karşılandık.
O gece beş yüz kişilik bir salonda Cengiz’e filmi gösterdik. Sınava girdiğimi düşünüyordum. Çok heyecanlıydım. 15 dakika dayanabildim. Ağlayarak salonu terk ettim. Film bitince Cengiz yanıma geldi. ‘‘Gel seni bir öpeyim. Film çok güzel olmuş. Elinize sağlık’’ dedi. Cengiz’in bu sözleri beni çok mutlu etmişti.
Selvi Boylum Al Yazmalım çekilirken unutamadığınız bir anınız oldu mu?
Daha önce söylediğim gibi film Osmaniye’de çekiliyordu. Ben o sıra İstanbul’daki işlerle ilgileniyordum. Bir gün sete gittim. Kadir İnanır çok iyi arkadaşımdı. Kadir’i akşam yemeğe çıkarmak için Atıf abiden izin aldım. Yanlarından ayrılırken Atıf abi kulağıma eğilip ‘‘Arifçiğim götür ama sabahtan önce geri getirme. Yarın final çekimimiz var. Yorgun ve bitkin olması lazım. Onu da düşün. İçebildiğiniz kadar için’’ dedi. Kadiri sabahın altısında sete götürdüm. Kadir’i, 1 saat uyudu uyumadı çekim var diye kaldırmışlar. Filmin finalindeki Kadir İnanır’ın yıkılmış görüntüleri o gecenin armağanıdır.
Cengiz Aytmatov’un bir başka eserini de sinema filmi yapmayı düşündünüz mü?
Düşündüm. Çok sevdiğim bir hikayesi vardı, “Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek” diye. Cengiz Aytmatov’da senaryoyu çok beğendi. Her şeyi hazırladık, Ruslarla birlikte ortak bir yapım olacaktı. Ama birileri devreye girdi ve ilişkimiz bozuldu. Bu sebepten dolayı filmi çekemedik.
Filmde bazı düzeltmeler yapıldı ve tekrar gösterime girdi. O dönem ne hissettiniz?
Ben çok keyiflendim. Otuz üç sene sonra filmin negatifini, kalıcılığını sağlamak adına yeni teknolojilerle elden geçirdik. Daha 1000 yıl bozulmadan kalır. 180 bin TL masraf yapıldı. Bu masrafı Groupama ve Kültür ve Turizm Bakanlığı karşıladı. Seyirci geliri ise reklam ve afiş masraflarını karşıladı. Para kazanmasak da Türkiye’de bir ilki denemiş olduk. Heyecanı güzeldi.
Yılmaz Kardeşimdi
Yılmaz Güney’le olan ilişkinizi anlatabilir misiniz? Tabi birde ‘Umut’’ filmi macerasını
Yılmaz’la İstanbul’a ilk geldiğimiz yıllarda Baylan Pastanesi’nde tanıştık. Yakın arkadaş olduk. Ben askere gidip geldikten sonra bir süre de birlikte çalıştık. Gazetecilik dönemimde Türkiye’den bazı büyük gazeteleri temsilen Cannes Film Festivali’ne gidecektim. Gitmeden önce Yılmaz beni aradı. Umut filmi festivale davet edilmiş. Büyün resmi kanallara başvurmuşlar. Ama kimse ilgilenmemiş. Dolayısıyla da izin alamamışlar. Çaresiz durumdaydılar. ‘‘Ben gidiyorum festivale. Ver bana ben götüreyim’’ dedim. Filmi valize koyup götürdüm. Sonra Ağır Ceza’da dava açıldı. Dava 7-8 sene sürdü. Sonunda Hakim ‘‘bu adam elinden geleni yapmış bütün resmi makamlara müracaat etmiş. Herkes başından savmış. Devlet sahiplenmemişse bu adamın suçu ne? Birisi götürmüş işte’’ dedi. Dava kapandı.
Yeni sinema projeleriniz var mı?
Hayır. Artık kitap yazıyorum. En son bir Atatürk projemiz vardı. Uluslar arası bir projeydi. Rahmetli Atilla İlhan ile Ziya Öztan senaryoyu yazmışlardı. İzmit depremi olunca kaldı. 60milyon bütçeli bir filmdi. Bazen film çekmek için heyecanlanıyorum. Ama eskisi gibi değil hiç bir şey. Çok para gerekiyor. Finansman için eski işletmeler yok. Gerçi biraz Kültür Bakanlığı’nın desteği var. Sponsorluk destekleri de var ama yine de anapara gerek. Film işi en büyük kumar. O yüzden film yapmayı pek düşünmüyorum.
Anılarınızı anlattığınız Çiçek Gibi, Yine mi Çiçek, Elbette Çiçek isimleriyle 3 kitaptan oluşan kitap seriniz var. Şimdi yeni bir kitap yazıyorsunuz. Bize bu kitaptan bahseder misiniz?
Yazıyor olduğum kitap, bu serinin devamı niteliğinde olacaktı. Kitabın girişine Yaşar Kemal’le olan anılarımız ila başladım. İlk 20 sayfayı da kendisine okudum. ‘‘Güzel olmuş böyle devam et’’ dedi. Devam ettim etmesine de Yaşar Kemal’li anılar bir türlü bitmek bilmiyor. Yani kitap giderek Yaşar Kemal kitabı olmaya başladı. Kısacası ‘‘Çukurova’da Bir Çiçek Yaşar Kemal’’ adında bir kitap olacak. Şimdiden 130 sayfa oldu. Sanırım bu yaz sonunda bitireceğim.
Yeşilçam devri kapandı deniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yeşilçam, Türk Sineması’nı temsil ediyordu; adı Yeşilçam’dı, şimdi de ismi Türk Sineması oldu. Yani bir şey değişmiş değil, sadece isim değişti. İnsanlar yine aynı toplumun insanları. Değişen bir şey yok.
Sinema sektöründe pişmek gerekiyor
Türk Sineması hakkında ne düşünüyorsunuz peki?
Bence çok iyi durumda. Yeni kuşak güzel filmler yapıyor. Ancak biraz daha acelesiz film yapsalar daha iyi olur. Herkes ben rejisör oldum diye ortaya çıkıyor, yazık oluyor harcanan paralara ve emeğe. Biraz daha sabır gerekiyor, pişmek gerekiyor. Sinema sonuç olarak bir sanattır, estetiğiyle, konusuyla, fotoğrafıyla ve bunlar ciddi çalışmalar gerektiriyor. Benim gençlere önerim iyice pişmeden soyunmasınlar bu işe. Mesela Zeki Ökten on beş sene asistanlık yapmıştır. Sonra yeniden yönetmenliğe döndü. Bu bence en iyi örnektir. Çünkü Zeki o dönüşünden sonra en güzel filmleri yaptı. Sürü, Kapıcılar Kıralı, Güle Güle gibi…
Aşk Tesadüfleri Sever filminin kısa bir sahnesinde rol almışsınız, nasıl oldu bu?
Ömer Faruk daha önce benim yanımda kameraman olarak çalışmıştı. Selvi Boylum Al Yazmalım filminin bir bölümünün Aşk Tesadüfleri Sever filminde bir sahnede geçeceğini söyledi. Bende izin verdim. Birde senaryoda bana göre yazdığı bir rol varmış. Oynamam konusunda ısrar etti. İstemememe rağmen kıramadım.
Sinema sektörüne girmek isteyen gençlere ustaları olarak tavsiyeleriniz var?
Bu işi yapıyorlarsa severek yapsınlar, sinema ekranda gördükleri gibi bir şey değildir. İyi bir seyirci olmak onu yapabiliyor olmak anlamına gelmez. Türkiye’de herkes kendini yönetmen zanneder, herkes kendini futbol antrenörü zanneder, dışarıdan bakınca kolay gözükür ama hiç öyle değildir. Söylediğim gibi işin içinde olup pişmek gerek.
Gülşah Cumur – Mayıs 2012