Samandağı’nın fiziki coğrafyası
Samandağı’nın yerleşimi Amanos sıra dağlarının güneye inen Kel dağı ile Musa dağı arasındadır. Batısında Akdeniz yer alır. Bu dağlar arasında kalan Samandağı ovası Asi nehrinin getirdiği alüvyonlarla oluşmuş verimli bir ovadır.
Al-mina mı? Süveydiye mi? Samandağı mı?
Samandağı’n Yunan koloni çağındaki adı Al-mina’dır. Al-mina Arapça Mina=Limandan gelmektedir. Buda gösteriyor ki her ne kadar Yunan koloni kenti olarak kurulmuş ise de burada yaşayan insanlar, resmi dilin yanı sıra Aramice ve onun türevi olan Arapça’yı kullanıyorlardı. Süveydiye adı ise Selevkoslar zamanında kurulan Seleuceia Piera’dan (Selevkiye Piyera) gelmektedir. Samandağı adı ise Mont Mirabilis tepesinde manastırı ile meşhur Hıristiyan Aziz St. Symeon’dan (Simonun dağı) gelmektedir.
Samandağında ilk insan yerleşimi; mağaralar
Samandağı’nda tespit edilmiş ilk tarih öncesi dönem kalıntıları şimdiki mağaracık beldesinin kalker mağaralarında ortaya çıkmıştır. Burada bulunan malzeme ve kalıntılara göre ilk yerleşim orta paleolitik dönemde (M.Ö. 100.000-40.000) gerçekleşmiştir. Bu mağaralarda insan kalıntılarının yanı sıra, denizde ve karada yaşayan fosilleşmiş kabuklu hayvan, mağara aslanı, ayı, gergedan, kirpi, öküz ve yaban domuzuna ait kalıntılar tespit edilmiştir. Tarih öncesi bu mağaralarda insan varlığı aralıklarla üst paleolitik döneme kadar devam etmiştir. Bu dönem insanı daha gelişmiş, alet yapabilen homo-sapiens türüdür. Mağara devri tarihte “yontma taş” devri olarak anılır. İlk köylerin kuruluşu bu devirden sonradır (cilalı taş devri). Bunu Maden devri izler. Bu devirde Samandağı’nda yerleşimin ovaya ve nehir kenarına doğru kaydığı söylenebilir. Ancak modern Samandağı yerleşimi eskinin bilimsel olarak araştırılıp tarihi ortaya çıkarılamadan ovayı kaplamıştır. Bu nedenle Samandağı Amik ovasındaki Tell Açana (Alalah) kadar şanslı olamamıştır. Tarihin bu dönemine ait kalıntılar ancak bir bina veya kuyu için kazı yapıldığında tesadüfen ortaya çıkmaktadır.
Anadolu ve bölge tarihinde önemli bir yere sahip olan Hattiler (M.Ö. 3.000-2.000) ve ardından gelen Hititler (M.Ö 2.000-1.200) döneminde Samandağı’nda yerleşim devam etmiştir. Kuzey-batı Avrupa’dan gelen Dor istilasından sonra Hititler deniz kavimlerinin saldırılarıyla yıkıldı. Bundan sonra Samandağı’nda yeni bir kültür dönemi yaşanmaya başlandı. Kapısuyu köyü ile Mağaracık beldesi arasında denize ve ovaya hakim Dor mabedi diye anılan bir tapınak kalıntısı vardır. Burada 1930 yılında Amerikalıların yaptığı bir arkeolojik kazıda İsis-Afrodit heykelciği bulunmuştur. Buda tapınağın Mısır ve Yunan tanrılarına adandığını göstermektedir.
Samandağı’nın klasik çağı; Al-mina
Mısırda III. Ramses dönemine ait yazıt Suriye-Filistin üzerinden Mısır’a saldıran kavimlerden bahseder. Yazıtta “Hatti ülkelerinden hiçbiri bunların saldırısına dayanamadı. Kode (Kuzey Suriye’de), Kargamış (Antep), Arzaova (Adana-Mersin) ve Alaişa (Kıbrıs) tahrip edildiler. Saldırganlar ordugahlarını Amurru ülkesinde kurdular. Bu insanlar dünyanın kenarındaki ülkelere bile el uzatıyorlardı. Kalpleri güvenle doluydu ve kendi kendilerine ‘Planlarımızı başarıyoruz.’ diyorlardı.” ifadeleri yer alır. Bu göçe katılanlar öküz arabaları, aileleri ve eşyalarıyla birlikte hareket ediyorlardı. III. Ramses tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra geri dönmek zorunda kaldılar. Fakat bazıları Filistin ve Kuzey Suriye’ye yerleştiler. Zamanla yerel halkla kaynaştılar.
Samandağı’nda klasik çağ (Yunan çağı) deyince akla Al-mina gelir. Çünkü Al-mina doğu ile batı arasında önemli bir liman ve ticaret merkezi idi. Al-mina’nın kurulmuş olduğu Orontes (Asi nehri) ağzı kayalık ve açık kıyıda, gemilerin demirleyebileceği yegane yerdi. Düz, alüvyonlu ovadan kıvrılarak akan geniş nehir, eski dünya ticaret gemileri için ideal bir sığınaktı. Yapılan araştırmalarda liman kalesine rastlanmamıştır. Muhtemelen Orontesin taşkınlarıyla kale yapıları denize sürüklenmiş olmalıdır.
Orontes taşkınlarının yarattığı halk efsanesi
Eski Al-mina gümrük barakalarının olduğu yerin biraz ötesinde Şah Yusuf türbesi vardır. Burada toprak, türbeyi ziyaret edenlerin sığındığı damın olduğu yerde birkaç metre yükselmektedir. Eskiden nehrin buradan aktığına işaret eden kanal ve tümsekler vardır. Orontes eskiden bol aktığı zamanlarda sık sık yatak değiştirebiliyordu. Halk arasında yayılan efsane Eskiden Asi taşkınlarının halkta yarattığı korkuyu anlatmaktadır. Orontes’in büyük taşkınlarından birisi gerçekleştiğinde Orontes yatağını batıya çevirir. Tarlaları su basar, ekinler denize süpürülür. Şah Yusuf’un türbesinin olduğu tepe sel suları tarafından hızla aşındırılır. Bütün ekin yerlerinin harap olması ile karşılaşan halk Şah Yusuf’tan yardım dilemek için türbeye doluşur. Fakat su daha da kabarır ve aktığı yerin kıyısında bulunan türbe çökme tehlikesiyle karşılaşır. Bu sırada Aziz öfkeyle doğrularak nehri azarlar ve derhal yerine dönmesini emreder. Böylece Orontes yatağına çekilir, tarlalar yeniden gün yüzüne çıkar. Bundan sonra halk türbenin yanına bir korunma kulübesi inşa eder. Hikaye böyledir ve defalarca meydana gelen taşkınlar karşısında halkın acizliğini ve bir uludan korunma arzusunu ifade etmektedir. Bu gelenek başka yerlerde Hz. Hızır adına yapılan türbelerle eş değerdedir.
Al-mina’nın diğer halklar ve kültürlerle ilişkisi
Al-mina da yapılan araştırmalarda ilk yerleşimin M.Ö. 8.yy’da başladığını ve şehrin üst üste on katmandan meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Al-mina yerleşimi oturulan bir yer değildi. Binalar ithalat-ihracat işleriyle ilgilenen kişilere aitti. Tüccarlar ise yerleşmek için en uygun yer olarak nehre en yakın tepe olan Sabuni’yi (Çöyürlü) seçtiler. Modern Samandağı’nda bazı bina temellerinde bulunan çanak çömlek parçaları bazı tüccarların ayrı yerlerde oturduğunu kanıtlar niteliktedir. Arkeolojik buluntular bizim tarihi hikayelere dönmemizi gerektirmektedir. Bizanslı tarihçi Malalas Antakya bölgesini anlatırken Cassius (Kassos) adlı Yunanlı kahramanın Kuzey Suriye sahilinde bir yerleşim merkezi kurduğunu ve buraya Kıbrıslı ve Giritlileri yerleştirdiğini anlatmaktadır. Bu anlatım Kel dağının klasik çağda Mount Cassius adını aldığı şeklindeki ifadeye uymaktadır. Cassius’un bu yerleşim merkezini kurması Al-mina’nın 8. katmanında bulunan Kıbrıs çömleklerinin kaynağını ortaya çıkarmaktadır. Bir ticaret maceracısı olan Cassius’un burada yerli bir prenses ile (Amg Hanımı) evlenerek bu şehri M.Ö. 700’den 675’e kadar bir kral gibi yönettiği anlaşılmaktadır.
Anadolu 6.yy ortalarından 4. yy’ın sonlarına kadar İran’ın (Persler) egemenliği altındaydı. Bu dönemde Al-mina’da mahalli alışverişlerde Pers parası kullanılmış ancak dış ticarette Yunan parası geçerli olmuştur.
Al-mina’nın yükselmesi ve düşüşü
Al-mina’nın olağanüstü gelişmesi Büyük İskender’in Pers İmparatorluğu’nu yıkması ile olmuştur. Batı Asya ve Doğu Akdeniz bölgesinde tek bir yönetimin kurulması ticareti daha serbest kılmış, kasalardaki Atina paralarının yerini Makedonya paraları almıştır.
M.Ö. 301’de görkemli yapılar ve yapma havuzları ile Al-mina’nın 4 mil kuzeyinde Seleuceia Piera limanı kuruldu. Böyle bir rakibin karşısında eski limanın varlığı sona erdi. Hatta Seleuceia’nın kurucusu Seleukos Nikator buranın halkını zorla yeni kurduğu kente yerleştirdi. Al-mina 400 yıl kadar harap kaldı ve hatıralardan silindi. M.S 1. yy’da Romalılar Orontes’in sığ tabanını Antioch’a kadar temizleyerek küçük gemilerin rahat hareket edebileceği bir hale getirdiler. Burası M.S. 4. yy’a kadar küçük bir gemi istasyonuna dönüştü.
Al-mina tekrar sahnede
Bizans’ın Justinian (Jüstinyan) ve Herakleios döneminde liman faaliyettedir. 526’daki büyük deprem ve yüzyıl boyunca devam eden sarsıntılar Seleuceia’yı harabeye çevirdi. Antioch’un fakirleşen halkının denizle ilişkisini sağlayacak tek yer olarak Al-mina kaldı. Antioch ve Seleuceia’nın yıkılması limana yeni bir yaşam devretti. Bizans döneminde devletin siyasi ve ekonomik sorunları nedeniyle liman geriledi. 1097’de haçlı seferleri sırasında Antioch fethedildi. Aynı yıl bir Ceneviz filosu Al-mina’yı ele geçirdi. Bu fetihle Al-mina yeni bir refah dönemine girdi. 1188’den sonra Selahaddin (Eyyübi devletinin kurucusu) aşağı Suriye’yi fethedince Antioch düklerinin elinde bulunan liman büyük önem kazandı. Bu dönemde Al-mina, St. Symeon’un limanı olarak bilinmekteydi. Mount Mirabilis tepesinde bir taç gibi duran St. Symeon manastırında kullanılan tuğlaların bolluğuna bakılırsa Al-mina’nın son zamanlarında çömlek yapımında ilerlemiş olduğu anlaşılmaktadır. 1200 ve 1268 yıllarında Antioch limanı Memluklular tarafından ele geçirildiğinde çömlek yapımı hayranlık uyandıracak derecede ilerlemiştir. Kırmızı figürlü vazolar daha sonra İtalyan çömlekçiliğine ilham kaynağı olmuş ve model olarak kullanılmıştır.
Samandağı’nda Greko-romen dönem (Seleuceia Pieria)
Büyük iskender’in generali olan Seleukos Anadolu ve Batı Asya’da kurduğu büyük imparatorluğun bir liman kenti olarak Seleuceia Pieria’yı kurmuştur(M.Ö. 301).Seleukos, İpsos Savaşı‘ndan (M.Ö. 301) sonra Antigonos‘un baş kenti Antigonea şehrini alır. Ardından halkını yeni kurmuş olduğu Seleuceia Pieria şehrine yerleştirir. Seleucos, Seleuceia Pieria’yı her zaman kendisine başkent olarak gördü. Ancak Antioch, zamanında açık denizden gelebilecek tehlikelere açık oluşu nedeni ile devlet merkezi olarak yeni kurduğu Antakya’yı seçmişti. Seleucosların hükümdarlarından II. Antiochos ölünce eski karısı Laodike, Mısır asıllı Kraliçe Berenike ve oğlunu öldürterek kendi oğlu III. Seleucos‘un hükümdar olmasını sağladı. Bunun üzerine Mısır Kralı III. Ptolemaios Seleucoslara saldırıp, Suriye ve Mezopotamya’ya kadar olan bölgeyi ele geçirdi. Böylece Mısır yaşamı ve kültürü bir süre Seleuceia da görüldü.
Kutsal-Değerli ve her zaman bağımsız
Seleucosların kurduğu Seleuceia Piera, Antioch (Antakya), Apemeia (Hums), Laodicia (Laskiye); “Polis Adelfe (Kardeş Şehirler)” olarak anıldı. Birbirleri ile olan dayanışmaları ve ekonomik ilişkileri onları sürekli güçlü kıldı. Bir ara ortak bir para birimi kullandılar. Seleuceia Piera ise kendi adına sikke (madeni para) basarak “İepaake asilos (Kutsal ve değerli)” adını almıştır. Siyasi çekişmeler sırasında burada saklanan Kleopatra Tea, Antiochos VII‘yi yardıma çağırmıştır. Halk Antiochos’a iyi idaresinden dolayı sevgiyle bağlanmıştır. Bu nedenle olaylara taraf olan Alexander II. Zabinas, Seleuceia’ye sığınmak isteyince halk, Antiochos’un oğlunu destekleyerek Zabinas’a karşı şehrin kapılarını kapatmıştır. Bundan sonra bu otonom (kendi kendini yöneten) limana “İs panda hronun elefceri (Her zaman bağımsız)” adı verilmiş ve gümüş para basmaya başlamıştır.
Seleucosları zayıflatan en önemli dış etken Anadolu’da ulusal devletlerin kurulması olmuştur. Bunların arasında Pontos, Bitinya, Kapadocia ve Armenia önemlidir. Ardından doğuda Part devleti kurulunca Seleucosların doğu ülkeleri ile bağlantıları kesildi. Seleucosları en çok zayıflatan iç etken ise taht kavgalarıdır. Seleucosların zamanından Büyük Antiochos (III. Antiohos) ülkesini tekrar eski parlak günlerine kavuşturmak istedi. Bunun için Mısır Ptomelerine karşı Makedonya Kralı Philip V ile ittifak yaptı. Sınırlarını Mısır aleyhine genişletti. Ancak bu başarılar Akdenizde yeni bir güç olarak ortaya çıkan ve Emperial düşüncelerle güçlenen Roma’nın müdahalesiyle sona erdi. Roma Legionlarının Hannibal‘ı yenmesi ile gözünü Doğu Akdeniz’e çeviren Roma Senatosu Makedonya’ya savaş ilan etti. Bu sırada Antiochos‘a sığınan Hannibal onu Roma’ya karşı savaşa kışkırtmıştı. Romalılarla Yunanistan’da savaşan Büyük Antiochos yenilince Anadoluya geri dönmüştür. Antiohos’un hizmetine giren Hannibal’ın donanması ise Side açıklarında Roma, Bergama ve Rodos birleşik donanmalarına yenilmiştir. Yapılan barışla Seleucoslar Anadoludaki topraklarının büyük bölümünü Bergama Krallığı‘na bırakmışlardır. Ardından Partların saldırıları ile iyice zayıflayan Seleucos Krallığı bir ara Armenia Kralı Tigranes‘in işgaline uğramıştır (M.Ö. 83-69). Seleukos devletinin son kalıntıları Pompeius tarafından Romaya katılarak Suriye eyaleti haline getirilmiştir (M.Ö 63). Merkezi Antioch olan Suriye Eyaleti bundan sonra Romalı bir vali tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Görünen o ki Seleuceia Pieria, Seleucosların merkezi olan Antakya’nın liman kenti olarak varlığını devam ettirirken, bir yandan savaş ve istilalarla zor günler geçirmiştir. Roma’ya bağlandıktan sonra Seleuceia Pieria Roma’nın bölgede yetişen ürünlerin (kereste, yağ, şarap, maden…) Roma’ya gönderildiği önemli bir liman haline geldi.
Seleucosların devlet yapısına gelince yönetici zümre Makedon asıllı ancak kültür bakımından yunan kültürünü benimsemişti. Yunan-Makedon zümresinin ücretli askerlere dayanan orduları sayesinde doğu halklarını egemenlikleri altına aldılar. Bu nedenden dolayı Seleucoslar devleti gerçek anlamda ulusal bir devlet olamadı. Devlet yıkılıncada yerli halk bu sefer yeni egemenleri Roma’nın boyunduruğu altında yaşamaya devam etti.
Seleuceia Pieria’dan günümüze ulaşan önemli eserler
-Vespasianus ve Titus tüneli
Roma döneminde Seleuceia Pieria da yapılan en önemli bayındırlık eseri Çevikteki tüneldir. Bu eser dağdan gelen sel sularının taşıdığı alüvyonların limanı doldurmaması için yapılmıştır. 130 metresi kapalı toplam 1380 metre uzunluğunda 6 metre genişliğindedir. Yüksekliği doğal şartlara göre değişiklik göstermektedir. Tünelin üst tarafındaki yapı bir barajdır. Barajın yapılış amacı tünel yapılmadan önce limanın temizlenemediği zamanlarda yukarıdan gelen suları durdurmaktır.
-Seleuceia Pieria’nın limanı
Liman 16 hektar (160 dönüm) bir alanı kaplar ve bir kanal ile denize bağlıdır. Bu gün Çevlikteki Jandarma binasının hemen önündeki denizin içine ulaşan kalıntılar bu kanalın ucunu oluşturmaktaydı. Seleuceia Pieria’nın limanı, agorası (pazar yeri), depoları ve koruma kuleleri aşağı şehri oluşturmaktaydı. Kapısuyu köyünün çevresindeki yapılar ise yönetim binaları, tapınaklar, akropolü, yani yukarı şehri oluşturmaktaydı.
-Nekropolis (mezarlık alanı)
Yukarı şehir ile aşağı şehir arasındadır. Birçok lahit tek olarak ve birçok mağara içi mezar toplu olarak günümüze ulaşmıştır. Bunların içinde halk arasında Beşikli mağara olarak anılan mezar kompleksi en ilginç olanıdır.
-Şehir Surları
Şehrin surları limandan başlayıp yukarı şehri içine alacak şekildedir. Uzunluğu 12km’yi aşmaktadır. Kalınlığı 4 metredir. Yer yer farklı yükseklikte olan bu sur, heybetli yapısı ile bir kaleyi andırırdı. Ancak Seleuceia Pieria’nın surları ve diğer yapıları tüm Anadolu antik kentlerinin kaderini paylaşmıştır. Yapılardaki kesme taşların çoğu sonraki dönemlerde bu kentin üstüne ve çevresine yerleşen insanlar tarafından yapıtaşı olarak kullanılmıştır.
-Merdivenler
Aşağı şehirden yukarı şehre çıkmak için, kayalar oyularak yapılan zigzaglı merdivenler iyi bir durumdadır. Merdivenin üst kısmında bir kapı ve duvar izi vardır. Bu kapıdan sonra güneye doğru çıkarken, çevresinde sanatsal yapılarla süslü bir caddeye rastlanmaktadır. Bu cadde hala kullanılmaktadır.
Seleuceia Pieria tarihte önemini çok elverişli bir yerde kurulmuş olmasına borçludur. Burada yetişmiş filozoflar arasında Athenaios ve Ksenarkhos ün kazanmıştır. Seleuceia Makedonlar tarafından kurulmuş ve uzunca bir süre Roma hakimiyetinde kalmasına rağmen doğu inançlarını benimsemiştir. 526’daki depremden sonra kendine gelememiş ve Arap istilaları ile tarih sahnesinden silinmiştir.
Samandağı’nda Hıristiyanlığın yayılması ve Saint Symeon
St. Symeon’un hikayesi 5. yy’ın sonlarında başlar. Terk-i Dünya (Dünya nimetlerinden uzakta yaşamak) tarikatının öncülerinden sayılan Hıristiyan aziz insanlara yardımcı olmakta ve onları Hıristiyanlığa davet etmekteydi. Hastalıkları iyileştirici yetenekleri olduğuna inanılırdı.
Bugün manastırın orta yerinde bulunan taşın üzerinde dünya nimetlerinden uzak bir şekilde otuz yıl tanrıya dua etmiştir. Buradaki manastırın ise St. Symeon’un ölümünden sonra inşa edildiği kesinlik kazanmıştır. Kuruluş tarihi Yunan kaynaklarına göre 979, Suriye kaynaklarına göre ise 1290 olarak gösterilmektedir. Muhtemelen ilk tarih yapılışını, ikinci tarih ise restore edilişini işaret etmektedir. Manastırın tavan ve önemli eşyaları dışında herşey yerli yerindedir. Azizin dua ettiği büyük taş, çevresindeki kayalara oyulmuş oturaklar sağlamdır. Toprak zeminin altında mozaik döşemelere rastlanır. Hasır örgü tipinde taş oymalar holde devrik durumdadır. Tapınağın kuzey yönünde geniş ve derin sarnıçlar (kuyu) vardır.
Kel dağı ve St. Barlaam Manastırı
Mount Cassius (Kel dağı) un doğu tarafında küçük bir tepe üzerinde kurulan Kassos tapınağı ile ilgili bilgiler azdır. Günümüzde bu tapınağın üstünde kurulan St. Barlaam manastırının kalıntıları hala vardır. Barlaam manastırının ortasında kilise yer alır. Yapı Hıristiyanlığın ilk zamanlarını simgeliyorsa da zeminin bir metre altında Zeus Kassos’a ait olması muhtemel, büyük taşlarla döşenmiş bir katman vardır. 6. yy’ın başlarında yapılan manastır, 969 da tekrar restore edilmiştir. Bugünkü duvarları ise avluda ekilen sebzeler için koruyucu bir çit vazifesi görmektedir.
İnsanların ve zamanın yıkımına uğrayan bu eserlerin çoğu yok oldu. Binalar dağıldı, yere serilen kalıntılar zamanla ekin tarlalarına dönüştü. Eski isimler hatıralardan silindi. Sultan Alaaddin, Şeyh Yusuf’tan ve St. Symeon Limanından kalanlara el koydu. Böylece herşeyin unutulduğu bu yerde bugün birşey kalmıştır. Seleuceia’dan yaklaşık bir mil güneyde Müslüman ve Hıristiyanların saygı duyduğu, ziyaretlerinde üstünde bahhur adı verilen bir tütsü yaktıkları bir kubbe durmaktadır. (Bahhur, güzel koku veren bir ağaç reçinesidir) Bu türbeyi yöre halkı Hz. Hızır ve Hz. İlyas’ın buluşma yeri olarak kabul etmektedir. Samandağı’nda Şeyh El-Bahr (Denizler şeyhi) Alalah denizcilerinin tanrısıydı. Yunanlılar buraya geldiğinde Poseidon olmuştur. Bu inanış günümüzde Müslüman ve Hıristiyanların yardımcısı olan Hz. Hızır “Şeyh El-Bahr” olarak yaşamaktadır.
Görüldüğü gibi Samandağı sadece tarihi değil aynı zamanda dini geleneği bakımından da ilgi çekici dönemlere sahne olmuştur. Güney Batısındaki Kel dağı Hurrilerin, Hititlerin, Yunanlıların ve son olarak Romalıların kutsal saydıkları bir yer olmuştur. Bu çok tanrılı dönemlerden sonra Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın yayılma alanlarından olmuştur. Bu gelenek günümüzde de vardır ve Samandağı halkı tutucu olmayan bir geleneği sürdürmektedir. Bu dar çevrede halk geçmişten aldığı hoşgörü çerçevesinde çeşitli din ve mezhepleri benimsemiş uyum içinde düzenli bir sosyal hayat sürdürmektedir.
Yazı: Hasan Zubari Fotoğraflar: İsmail Zubari – Haziran 2011