Bir buçuk yıl aradan sonra sinema salonları açıldı. Pandemi nedeniyle kapalı olan salonlar nihayet filmlerle izleyicilerini buluşturdu. Tabii cesur yürek izleyicileri diyelim. Nitekim (Netekim mi deseydim acaba?) hâlâ sinemaların kapısının önünden bile geçmeyenler var. (Buna ben de dâhilim)
Tabii bu bir buçuk yıllık zorunlu-gönüllü-gönülsüz mahpusluk süresinde sinemasız kaldık mı? Hayır. Sinema-dizi portalları sağ olsunlar bizi dizisiz ve filmsiz bırakmadılar. Başta Netflix olmak üzere. (Reklama girmez herhalde, zira reklam parası almadığım gibi her ay para ödüyorum.) Hal böyle olunca sinema sektörü de filmlerini bu portalların yapımcılığında çekmeye başladılar. Buna Türk sinema sektörü de dâhil oldu. Pandemi sürecinde bizi yerli sinemadan mahrum bırakmadılar.
‘Yerli sinema’ deyince buraya bir mim koymalı. Neredeyse her kentimizde açılan güzel sanatlar fakülteleri ve bünyelerindeki sinema televizyon bölümlerinde senaryo yazarlığı sınıfları olmasına rağmen biz Kore sinemasının peşinden gidiyoruz gururla(!) Hatta o sinemadan uyarladığımız ‘7. Koğuştaki Mucize’ filmiyle Oscar’a aday olmaya bile kalktık. Her neyse eskiden adım başı ‘Japon Pazarı’ vardı, şimdi Kore pazarına nur yağdırıyoruz. O nurlardan Netflix yapımı “Yılmaz Erdoğanlı “Ahmet Mümtaz Taylan”lı ‘Kin’ filmi de nasibini almış meğer.
Koyduğumuz mimi kaldırıp sadede gelme vakti.
İlk kez yolda arabayla giderken devasa bir afişte gördüm vincin ucunda asılı adamı ve kan damlayan ‘Kin’ yazısını. Afiş çok iddialıydı. Merak ettim. O merakla ve istekle koşarak gelip geçtim ekran başına.
İlk darbeyi filmin başındaki ‘uyarlama’ uyarısıyla yedim. Film, Koreli yönetmen Woon-hak Baek’ın Chronicsel of Evil filminden uyarlanmış. Üstelik uyarlayan da benim için usta yazar-yönetmen Yılmaz Erdoğan. Onca özgün işe imza atmışken Kore kültürünü Türk kültürüne uydurabilmek için kendini niye bu kadar zorlamış anlamış değilim. Ki Uzakdoğu’daki bürokrat dürüstlüğü, adalet, onur, vicdan gibi kavramları bizim coğrafyaya uyarlamak ustalık ister, oldukça zor yani.
Haydi, filmde vincin ucunda sallanan ceset gibi havada asılı kalan senaryoyu içimize sindirdik diyelim. (Filmle ilgili izleyeceklere ‘sürpriz bozucu’ bir ipucu -şimdilerde spoiler mı deniyor?- vermemeye çalışıyorum bu arada.) Kin; sığ üstelik bizim kültürümüze yapay gelecek bir nedenden dolayı alınmak istenen intikam üzerine kurulmuş bir film. Oysa bizde intikamı alınacak (!) öyle çok içinde yaşanan ve yaşanacak gerekçeler var ki say say bitmez. Bence bunların başını da her alanda ve her türlü ‘ötekileştirme’ çeker. Bu gerekçelere dayanarak katman üstüne katman kazınacak, derinlerinde çok şeyler barındıracak çok daha iyi polisiye çekilebilir. Ama Kin, insana -rahatça koltuğa kaykılarak arada bir esneye esneye- ‘Eee, sonra?’ dedirten bir film olmuş.
Haydi, senaryoyu vincin ucuna asıp gidelim de Yılmaz Erdoğan’ın ete kemiğe büründürdüğü Komiser Harun’a gelelim.
Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’sunda Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı, küçük kent, bürokrasi ve ailesi arasına sıkışmış; o sıkışmayı da yüzüyle, sesiyle, bakışıyla verdiği; her an ne yapacağı belli olmayan Komiser Naci’deki usta işi oyunculuk nerede? İnsanın gidip o polis memurunu Kırıkkale/Keskin Emniyet Müdürlüğünde arayası geliyordu neredeyse. Kin ’deki Komiser Harun onun yakınından yöresinden bile geçmemiş. Yılmaz Erdoğan, filmde bırakın, bakışıyla, mimiğiyle oynamayı, bütün bir film boyu ‘Kayıp Kentin Yakışıklısı’ şiir kasetinde (Evet eskiden kaset hatta şiir kasetleri bile vardı gençler) şiir okur gibi buğulu, dramatik bir ses tonuyla sanki ‘çantasında otlu peynir kokan babasına’ koşan şair ruhlu (!) bir Türk komiserini oynuyor. Ama oynuyor. Üstelik birisi silah dayamış da oynamak zorunda kalmış gibi oynuyor. Ahmet Mümtaz Taylan da Amerikanvari bir emniyet müdürü klişesinde derinlik çizmeden oynuyor. Ama genç oyuncu Cem Yiğit Üzümoğlu film boyunca ezik karakteri oynamadan oynayarak göz dolduruyor. Yiğidi öldürmeden hakkını vermek lazım Yiğit’e.
Sonuçta yapacak işiniz, sinema salonuna gidecek cesaretiniz daha iyi bir seçeneğiniz yoksa, hele bir de hava soğuk ve yağmurluysa, alın kahvenizi çayınızı, çekin üzerinize battaniyenizi uykulu seslerle ‘Eee, sonra?’ diye diye izleyin Kin’i. Kin tutmadan ama…
KİN
Yönetmen: Türkan Derya
Yapımcı: Necati Akpınar
Muzaffer Sungur