İşte yalın gerçek budur.
Antakya’nın eski bölgesinde bulunan Habibneccar (Silpius) dağının eteklerinde bir Mağara’da yaşadığı söylenen Habib Neccar’ın kafasının dağdan aşağı yuvarlandığı ve Habib Neccar Camisine ulaştığı rivayeti yaygındır.
Habib Neccar’ın kesik başının Habibneccar Camisinin altındaki mezarda olduğu da yaygın bir inanıştır. Ancak bu kesin değildir.
Habib Neccar’ın kesik başının yuvarlandığı yerde onun adına Habib Neccar Camisinin yapıldığı rivayeti son zamanlarda yayılmaya başlanmıştır. Ancak o dönemde, yani 1. Yüzyılda İslam dini doğmamış, hiçbir yerde cami inşa edilmemiştir.
Son yıllarda Habib Neccar’ın tarihsel kişiliği, dini, şahsi tercihleri ısrarla bir çarpıtılmaya çalışılmaktadır. Bir Hıristiyan olan Habib Neccar Müslüman olarak anlatılmakta ve yeni nesile yanlış bilgiler aktarılmaktadır. Tarihte ve geçmişte olan her şey olduğu gibi kalmalıdır. Siyasi yapımız ne olursa olsun tarihi olaylara objektif bakılmalıdır. Biz objektif olamazsak diğer millet ve cemaatten kimselerden objektif olmalarını bekleyemeyiz.
Habib Neccar Camisinin bilinen geçmişi şöyledir; burası önce putperest bir tapınak olarak yapılmıştır. Hıristiyanlığın yayıldığı 1. Yüzyılda Kiliseye çevrilmiştir. İslam ordularının 7. yüzyılda Antakya’yı ele geçirmesiyle Camiye dönüştürülmüştür.
1973 yılında yayınlanan Hatay İl Yıllığında şu bilgileri görüyoruz:
‘Bir Roma tapınağı üzerine yapılmıştır. Antakya’ya gelen Hıristiyan Azizi Habib Neccar’ın mezarı bulunmaktadır. Halk arasında kutsal yer olarak bilinir.
Caminin mimari tarzı ortaçağda inşa edilen mimari tarzına benzemektedir. Minaresi XVII yüzyıl stilindedir.’
1967 yılı Hatay İl Yıllığında da aynı bilgiler vardır. Caminin geçmişi hakkında şu bilgiler verilmektedir:
‘Bu cami hakkındaki tarihi bilgiye göre bidayette (önceleri) Greko-Romen tarzında bir mabed, bilahare (daha sonraları) bu mahalde bir kilise meydana getirilmiş ve bu kilisede İslamlar Antakya’yı zaptedince camiye tahvil edilmiştir.’
İşte Habib Neccar’ın ve Habib Neccar Camisinin gerçek öyküsü budur. Bırakalım tarih ve olaylar olduğu gibi kalsın.
Yazı: Arif Okay – Fotoğraflar: Mehmet Oflazoğlu