Eski dergilerin birinde okumuştum bir yazıda; ‘’Edebiyat, tutkular bilimidir.’’ Diyordu, Princesse Bibesco.
Güzel bir yazıyı okumak, herhangi bir varlığın bize düşündürdükleri dışında; konuşan, dinleyen, düşleyen, varlığıyla bir zaman gelip geçmiş, canlı sesli bir sinema, değişen genişleyen bir fotoğraf, koşan bir heykel kim bilir belki de inci küpeli bir kadın ya da boğulduğumuz bir çığlık gibidir
Sona karşı sonsuzluğu soluyandır yazı.
Onda ışık, zekâ, onda dostluk…
Okuduğunuz her kitapta, yazılan çizilen ne varsa en yalnızlık anını paylaştığınızdır. Düşünün bir karanlıktan doğanın da ışık olduğunu, biri tutuyor kirpiklerinizden ve nefreti, acıyı, tutsaklığı öpüyor saatler boyu ya da kısacık bir an bir şiirin âşık dizesi ellerinde kalbiniz.
Gülümsüyor da olabilirsiniz ağlıyor da dans da edebilirsiniz ya da derin fırça darbeleriyle rengârenk bir deniz olma ihtimaliniz de var. Yazarın hayal gücünde hayat bulabilir ölümü sollayabilirsiniz ama her şeyden çok kelimelerin öğretmenliğine öğrenci olmanın zevkini tadabilir, düşünmenin en gerçek işçiliğine soyunabilirsiniz.
Yorulmadan işleyen yanmadan parlayan ne var?
Paul Celan: ‘’Varlığımla ilişkisi olmayan tek dize asla yazmadım’’ derken kendini açık vermemiş midir?
Yazarın sanatını icra ederken kendini de o birlikteliğe ait görmesi şaşılacak şey değil de okurun kendini bulması o malum ‘ben’lerin ‘sen’le buluşmasıyla muhteşem bir beraberliktir.
Gürültü, kendini kaybettiğinde başlar, bilirsin artık yalnız olmadığını. Dağılmış bir yap bozun eksik parçasıdır hayat.
Çok sesli bir koro durmadan aynı şarkıyı mırıldanır, düzensiz detone.
Çokluğun çocukluğunu alıp götürür…
Kelimelerde benzerlikler, tuvalde renkler, çamurda iz, dudaklarda sönüp giden aynı sesler aynılıklarıyla kopya olur hayata.
Ola ki buldun kendini bir sessizliğin kuytusunda o zaman kendi içinde yaşamaya başlayan söz,durulan renk, dokunduğun his zenginleşir, gürültü kaybolur.
Düşü, sessizliği, aklı sevmeyen bir çağda yaşıyoruz, şüphe ve tereddütle gürültünün orta yerinde.
Bulmanın güzelliği kendine uyanır, uyanır elbet inandığınız sessizlikte.
Ayşen Sarıbaş