Fotoğraf bir dildir, söylemesini bilene…
Fotoğrafın bazıları için “dünyanın en kolay işi” olarak görülmesi “siz düğmeye basın gerisini biz hallederiz” diye ifade edilmiş eski bir düşünceye dayansa da, günümüzde de çılgınca büyüyen “instagram”ın hazır şablonları etrafımızdaki araç sahibi her bireyi “kendince iddialı” görüntü üreten makinelere dönüştürmektedir.
Dijital teknolojideki gelişmelerin dikkate değer en önemli etkilerinden birinin de fotoğrafı daha demokratik hale getirdiğini söylemek pek de yanlış olmasa gerek. Özellikle Türkiye’nin sosyoekonomik ve kültürel koşulları göz önüne alındığında fotoğrafın gerek üretici, gerekse tüketici olarak belirli ve hatta kısıtlı bir zümrenin hayatında yeri ve önemi olduğunu biliyoruz.
Eskiden olmadığı kadar herkes görüntü üretir, tüketir ve yorumlar hale geldi. Fotoğrafın araç olarak kullanımının bu denli artışı, “kendini fotoğrafçı, sanatçı olarak tanımlayanların ve hatta sananların” giderek çoğalışı kimi fotoğraf sohbetlerinde eleştiri konusu bile olmaktadır. Kuşkusuz değerli olan ve sevgi duyulan bir “şey”in zarar göreceğine ilişkin kaygı son derece haklı sebeplere dayansa da, kimi zaman kuruntudan ileri gitmeyecektir.
Fotoğrafın bazıları için “dünyanın en kolay işi” olarak görülmesi “siz düğmeye basın gerisini biz hallederiz” diye ifade edilmiş çok eski bir slogana dayansa da, günümüzde de çılgınca büyüyen “instagram”ın hazır şablonları etrafımızdaki araç sahibi her bireyi “kendince iddialı” görüntü üreten makinelere dönüştürmektedir. Fotoğrafı meslek olarak ya da sanatsal amaçlarla üreten, ya da ciddiye alarak benimseyen birçok kişiye göre de fotoğrafın uzağındaki kişilerin düşüncesinin tam aksine üretiminin “zor” olduğu düşüncesini benimseyenlerin sayısı bir hayli fazladır. Haksız da sayılmazlar çünkü fotoğrafı en yakından tanıyanlar da onlardır elbette…
Günümüzde sayıca çok görüntünün üretilmesi (saniyede milyonlarca desek abartı olmaz herhalde) bireyleri ya da toplumları ne derece etkilemektedir? Üretimin sayıca fazlalığı fotoğrafın kendi doğasına özgü çarpıcılığını ya da etkileyiciliğini de giderek azaltıyor mu? sorularını da akla getiriyor.Kuşkusuz fotoğrafın üretim aşamasına zorluk katan en önemli etken, her bir fotoğrafın birçok değişkene bağlı olarak çekilmesinin de ötesinde çokluk içinde kaybolması ve izleyenlerini yeterince etkileyememesidir. Dijital teknolojiyle birlikte fotoğrafı üretenler kadar (ve hatta fazlası) üretilen fotoğrafların da sayıca artması karşısında fotoğrafın izleyenlerini etkileme niteliği de azalmaktadır.
Bunca fotoğraf arasında kuşkusuz ki bazı fotoğraflar “o”na bakan izleyicilerini etkilemeyi başarabiliyor yine de. İzleyicilerce başarılı ve etkileyici bulunan bir fotoğrafı diğerlerinden ayıran sebepler ne olabilir? Güzel bir modelin, etkileyici bir doğa manzarasının ya da ilginç bir olayın fotoğrafa konu olması yeterli midir? “O” an “orada” olmak yeterli midir? Yoksa en yeni modelinden bir kameraya sahip olması mıdır ona en iyi fotoğrafı çekmesini sağlayan? Ya da yazılımları etkin bir biçimde kullanınca ortaya “iyi” fotoğraf çıkabiliyor mu? Nazif Topçuoğlu’nun ilginç kitap ismine esin kaynağı olan öğrencinin sorduğu gibi “İyi Fotoğraf Nasıl Oluyor Yani?”
170 yılın üzerindeki tarihi serüveni içinde fotoğraf, insan kültürünü ve yaşamını derinden etkileyen en önemli araçlardan biri olma özelliği kazanmıştır. Ona bu özelliği kazandıran kuşkusuz ki adını fotoğraf tarihine yazdırmış büyük ustaların çalışmalarına bakarak bu sorunun cevabını aramak gerekir. Fotoğrafçının üslubu, konuya yaklaşım tarzı, özgün bakış açısı, hissettiği veya hissettirdiği duygu, fikirleri, zekâsı dünya görüşü gibi etkenler kuşkusuz başarı çizgisinin üstene çıkan yolun göstergeleridir. Yani fotoğrafçının konu karşısında duygu düşünce ve tavırlarıyla bir duruş, bakış sergilemesidir.Fotoğrafın üretim biçimi teknolojik bir araca ve buna bağlı olarak geliştirilmiş birçok tekniğin iç içe kullanımına bağlıdır. Ancak fotoğrafın salt tekniğe ve dayalı bir ifade aracı olmadığı da kesindir. Bu aracı kullanan “fotoğrafçı”nın kişilik ve bireysel özelliklerine de bağlıdır. Fotoğraf çoğu zaman bireysel olarak üretilen bir iletişim biçimidir. Bu nedenle öncelikle “fotoğrafçı” kişinin bu aracı nasıl kullandığı aradaki farkı ortaya çıkarmaktadır. “İyi” fotoğrafa ulaşmak çoğu zaman bir problemdir. Bu problemi çözme yöntemleri her fotoğrafa ve konuya göre farklılıklar gösterebilmektedir.
Görsel bir iletişim ve sanat disiplini olarak fotoğraf hangi amaçla yapılmış bir eylem olursa olsun muhakkak ki üreticisinin tüketicisine yansıtmak ve paylaşmak istediği duygu ve düşünceleri barındırabilir özellikler taşıması gerekir. Bunu yapabilmesi zihinsel ve duyusal uyaranların ne derce etkin kullanılabildiğine bağlıdır. Sınırları sürekli değişebilen görüntü evreninden keşfetme, seçme gibi eylemlerle sınırlı bir çerçeve düzenlemesi içinde fotoğraf imgesini oluşturabilmek sıradan bir işlem olarak kabul edilmese gerek…
Fotoğraf hangi amaçla ortaya çıkarılmış olursa olsun çok boyutludur. Hatıraları saklamak, bilgi iletmek, duygu ve düşüncelerimizi aktarmak vb. Onu kavrayabilmek ve algılayabilmek tüm boyutlarıyla tanıyabilmeyi gerektirir.
Fotoğraf zihinseldir. Birçok değişkene bağlı olarak alınan kararlar ve tercihler silsilesiyle ortaya çıkar.
Fotoğraf duygusaldır. Üreten kadar tüketenin algısına bağlı olarak duygu dünyasına yaslandıkça başarısı ve çarpıcılığı artar.
Fotoğraf bireyseldir. Yaratıcı kişiliğin geliştirilmesine bağlı olarak etkisi ve başarısı değişir.
Fotoğraf toplumsaldır. Kitleyle paylaştıkça, görüldükçe değeri artar.
Fotoğraf “orada” olmaktır. Doğru zamanda doğru yerde olmaktır.
Fotoğraf “an”lıktır. Bir varmış, bir yokmuş gibi.
Fotoğraf tercihler bütünüdür. Çekmek, çekmemek, neyi nasıl göstereceğine karar vermek, paylaşıp paylaşmamak, hangi aracı ve tekniği kullanacağına karar vermek gerekir.
Fotoğraf bir görme biçimidir. Görmediklerimizi, göremediklerimizi görmemizi sağlar.
Fotoğraf Bağlamsaldır. Nerede ve nasıl kullanıldığına bağlı olarak anlamı ve etkisi değişir.
Fotoğraf hayattır. Bize hayatı gösterir ve öğretir.
Fotoğraf yaşamdır. Aşktır. Yaşamasını bilene…
Fotoğraf bir dildir. Söylemesini bilene…
Yazı ve fotoğraflar Doç. Dr. Osman Ürper – Mayıs 2012
Sosyal bir dil olarak fotoğraf
Teknolojik determinist bir yaklaşımın ötesinde fotoğraf insanın kendisini anlamlandırma serüveninin bir çıktısıdır. Fotoğrafın mekanik bir unsur olarak icadının temelinde, psikolojik ve siyasi gerginliklerin, ekonomik saldırganlığın, felsefenin, pozitivizmin, mutlak gerçeği aramanın, ütopyanın dolayısıyla da kendi fenomeninin dışında çok önceleri olagelen sosyal, felsefi, ekonomik etmenler yatar. Ancak yine de, bir dil olarak fotoğrafın sosyal açıdan tanımlanmasının öncesinde, dil ve fotoğraf ilişkisi irdelenmelidir. Çünkü sosyal ve kültürel anlamlandırmanın fotoğraf ile ilişkisinin temellerinden birisi dil-fotoğraf ilişkisidir.
Dil ve nesne ilişkisinde, gösterilen nesne (Saussure göre nesnenin kendisi değil, kavramı, imgesi) ve gösteren harfler, kelimeler, cümleler ve bunlarla oluşturulan gösterge yani dil, nedensiz bir şekilde birbirlerine bağlıdır. Göstergenin nedensizliği ile adlandırılan bu durum sözcük (işitim imgesi) ile kavram arasındaki ilişkide saklıdır. “…Zihinsel tasarımda, dizgelere dönüştürdüğümüz nesne ile gerçeklik arasında herhangi bir ilişki yoktur.”[1] Örneğin, Türkçe’de “elma” sözcüğü, İngilizce’de “apple” olarak adlandırılır. Dolayısıyla bu durum Saussure için nedensizdir ve nedenli olma durumunda zaten insanlığa ait ortak tek bir dil olacağı şeklinde yorumlanır.
Bu anlamda dil ve nesne arasındaki nedensiz bağa rağmen, fotoğraf ve nesnesi arasında Fırat’a göre nedenli bir ilişki vardır; “Fotoğraf nesneyi ifade ederken, onu bir kodla değil, nesnesinin iki boyutlu fotoğraf düzlemindeki görüntüsü ile ifade ettiği için nedenlidir.”[2] Merkezi perspektif ile daha belirgin hale gelen temsiliyet ve simgesellik, dil ve nesne ilişkisinden farklı olarak nedenli bir yapıya sahiptir. Fotoğraf böylelikle resim, ikon vb. dil dışı göstergelerle birlikte Charles Sanders Pierce’nin “görüntüsel gösterge” sistemine girer. Görsel göstergenin, gösterdiği nesne ile doğrudan ilişkisi vardır. Bu ilişki benzerlik boyutundadır.
Fotoğraf elbette kendisine yönelik olarak da, kendi içinde bir “şey”dir. Ancak bunun dışında nesnesinin yerini alarak kendi dışında bir “şey” de olabilir. Kendi dışında gerçeklik ile olan bağlantısında bir simge olabilme yeteneğinden dolayı daha çok yeniden sunum niteliği taşıdığı görülür.
Bu durumda onun bir dil olabilme ihtimalinden söz edilemez. Elbette analojik bir çoğaltmanın ötesinde fotoğraf çok daha fazlası da olabilir. Bu çelişkili durumu Barthes, “Fotoğrafın dil olduğu hem doğru hem yanlıştır” biçiminde ifade eder ve ekler: “Yanlıştır çünkü, fotoğraf imgesi gerçekliğin analojik bir çoğaltmasıdır; bu yüzden de fotoğraf imgesinde im sayabileceğimiz herhangi bir şey yoktur. Başka bir deyişle fotoğrafta, sözcük ya da harfe tekabül eden bir eşdeğer yoktur. Doğrudur; çünkü bir fotoğrafın kompozisyonu ve stili, betimlenen gerçeklik ve fotoğrafın kendisi bir şeyler söyleyen ikincil bir mesaj gibi işlev görür.” Buna “yananlam”der Barthes ve ona göre de bu, dil’dir. Görüntüdeki yananlamlar için çekilen fotoğrafın dışına çıkılması, bağlamları ile ele alınması gerekir. Bu gün için artık fotoğrafın sadece mekanik olarak kendi başına şekillenmediğini, fotoğrafçının tavrından, fotoğrafın sunum şekline kadar birçok değişken tarafından anlamlandırıldığını, bu durumun da, bireysel ifadeden akımlara kadar farklı fotografik dilleri ortaya çıkardığını biliyoruz. Ancak benim üzerinde durmak istediğim gösterge bilimsel açıdan fotoğrafın yapı çözümlemesinin ötesinde sosyal bir dil olarak fotoğrafın durumu ile ilgilidir. Sosyal bir yapının tercümanı olma durumudur. Burjuvanın dilidir o. Elbette bununla sınırlı kalmamıştır. Demokratik tavrını ortaya koymuştur ve toplumun tüm katmanlarına yayılmıştır. Fakat Middle Brow Art[3] olmasının yarattığı etki, fotoğrafın çıkış noktasını toplumsal katman olarak bizi burjuvaya ve onun ihtiyacı olan dile götürür. Tarihsel anlatıyla, burjuvanın 13.yy’dan itibaren oluşmaya başlaması onu ekonomik gücüyle ortaya çıkarmıştır. Burjuva, kısaca feodal yapının bozulmasıyla birlikte, kent merkezli yaşayan, üretim araçlarına sahip, işçi ve soylu sınıfın dışında kalan sosyal bir sınıftır. 19.yy’a gelindiğinde kapitalizm ile birlikte olgunlaşan, siyasi ve ekonomik yönden aristokrasinin sahip olduğu gücü elinde bulunduran ve artık kendini bir şekilde ifade etme ihtiyacı hisseden burjuva için en uygun araç fotoğraf olacaktı. Aristokrasinin yönlendirdiği resimsel portre geleneğine karşın, daha ucuz ve daha hızlı bir yöntem olarak gerçekliğini, varoluşunu, biraz da dönemin koşulları ile birlikte ortaya koymak zorundaydı. Freund’un deyişiyle “anlatım aracı” henüz olmayan burjuvazinin aristokrasi karşısında kendisini tamamlamış olması düşünülemezdi. Başta François Arago olmak üzere burjuvazinin önde gelenleri fotoğrafın hem siyasal anlamda hem de bilimsel anlamda yararlı olacağını kabul ediyorlar ve destekliyorlardı.
“…İcadından sonra bireysel temsiliyet serbestisi yaratması, aile kültünde önemli bir yere sahip olması fotoğrafın kullanım boyutunu arttırmıştır. Kendi içerisinde bir dil olmasının dışında, sosyal tabakalar tarafından çeşitli söylemlerin, ihtiyaçlarının aracı olmuştur. Yaşam anlarını ölümsüzleştirmek, ortak yaşamların resmileştirilmesi.[4] Yine de ütopik bir düşünce olarak evrensel bir dil olabilmiş midir? Nesnesine bu kadar bağlı bir araç için yine de her zaman bunu söylemek çok zor. Her çekilen fotoğraf dünya veya daha da geniş söylersek evren üzerinde bir nesneyi taşır. Fakat o nesne daha önceden tanımlanmamışsa, fotoğraf için de çok fazla bir şey ifade etmez. Ancak fotoğraf ile tanışmış her insanın, günümüzde bir dil* yaratma isteği, en temelde kişisel ve sosyal ihtiyaçlardan ortaya çıkar; aidiyet, görsel kimlik yaratma, aile ritüeli, ev kültü, kültürel ifade vs.
[1] Kamil Fırat, “Dil Bağlamında Fotoğraf”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi GSE, 1998), s.9.
[2] Fırat, s.12
[3] Middle Brow Art – Az Kültürlü Sanat , Pierre Bourdieu’nun kitap başlığından alıntılanmıştır.
[4] Pierre Bourdieu, Photography: A Middle-Brow Art, Stanford University Press; Reissue edition (March 1, 1996)
*Bireysel anlamda dilin ortaya çıkması söz üzerinden olacaktır. Sözlerin bütünselliğinden bir üst kavram olarak dil oluşur.
Ozan Yavuz – Mayıs 2012
Fotoğrafın dili var mı?
“Bu teknik kayıt aletinin manası nedir, bir dili var mıdır, varsa nasıldır diye fikir yürütebilmek için veriler derlemenin güçlükleri malum. Tüketim toplumunda her şey çok hızlı değişiyor. Bu durum, bir dil olarak fotoğrafın üstünde enine boyuna ve derinlemesine söz kurmayı güçleştiriyor ama imkânsız da değil kuşkusuz.”
Kendimizi ifade ettiğimiz araçlar tarih boyunca değişti ve çeşitlenerek çoğaldı. Baştan beri beden dilini, işaret dilini ve seslerle ifade yolunu kullanırken çok daha karmaşık sözel dil ve görüntülerin dili hayatımıza girdi. Bunlar aynı zamanda sanatsal yaratıcılığın da aracı oldu. Fotoğraf bu çeşitliliğe son katılan dillerden biriydi, ama nasıl bir dil?
Düz anlamıyla “dil”, durumları, duyguları tanıklık ve yorumları temsil edebilecek şekilde seslerin düzenlenmiş hali olan kelimelerin ya da görünenlerden üretilmiş olan imgelerin dizilmesiyle oluşturulur diyebiliriz. Sözel dil, anlatmanın ve anlamanın en eski aracı olarak hala kullanılıyor; kültürel coğrafyalarda gruplara ayrılarak birbirinden farklı özellikler gösterse bile, bir topluluğun duygu ve düşünceleriyle birlikte topyekûn kültürünü temsil eden güçlü bir kimlik yaratıyor. Seslerin ahengiyle kurulan ve konuşma aracılığıyla kullanılan sözel dil, toplumsal varlık olarak insanın belki de en büyük icadı, en güçlü kurgusu.
Önce ses vardı
Çıplak ses en eski, en genel, en yaygın ve hiç bir sınır tanımayan ifade aracımızdır diyebiliriz. Çıplak sesin çığlıklar, mırıltılar, inleme ve homurtular şeklindeki ifade yetenekleri bu gün de varlığını koruyor. Gelişen süreçte sesleri düzenleyip çeşitlendirerek somut ifadeler barındıran kelimeleri yaratan ve bu kelimeler vasıtasıyla dil sistematiği kuran insan, konuşarak ifade ediyordu. Bu sürece paralel eksende, ses temelli olan müzik aracılığıyla duygu, düşünce ve durumlar ifade edilmeye ve yine müzik aracılığıyla bir kısmı zahiri (hadi adına görünür diyelim) ve batıni (hadi adına görünmez -içsel- duyusal) diyelim durumlar dışa vurulmaya başladı. Gerek insan sesi, gerekse enstrümanlar vasıtasıyla üretilen seslerle başta müzik olmak üzere çeşitli sanatsal ifade yöntemleri geliştirildi. Ancak buraya gelene kadar paralel eksende bir başka ifade aracı daha vardı: Resim.
Önce resim vardı
Resim, görünen âlemden tanıdığımız varlıkları temsil eden imgeler vasıtasıyla etkili bir dil yaratmıştı. İlk örneklerini mağara duvarlarına çizilen resimlerden bildiğimiz ve ilk Budistlerin kayalara çizdikleri tasvirlerle bize ulaşan görüntüler “bir öğretinin taşıyıcısı”ydı. Mağara resimleri, canlandırdığı av ve tören sahneleriyle hem avcılığa, toplumsal ritüellere dair bilgi veriyor hem de büyü sayesinde hayatı kolaylaştırmaya çalışıyordu. Budistlerin kaya resimleri ise yakın örneklerinden bildiğimiz, mesela Hıristiyanlık öğretisindeki suretin rolü gibi önemli işlevler gerçekleştiriyordu. Söz ve suret birleştiğinde etkili bir iletişim sağlama imkânı doğmuştu. Bu ikisinden suret, kalıcı kılınabildiği halde söz uçucuydu.
Sonra yazı geldi
Çok geçmeden kendi özel dilini yaratmış olan resimden hareketle, resimsi karakter taşıyan bir araç bulundu. Adına yazı denilen işaretler bütünü, resmin dilini taklit ederek, ama resmin doğrudan gösterdiklerini temsil eden işaretler haline dönüştürerek bir anlatım kurdu. Yazı, ağızdan çıkan sesin, gözün görebildiği dünyayla buluştuğu yerde belirmişti. Süreç içinde resimsi yazı, sadece görünenler ve resmedilebilenler alemine değil, görünmeyen iç dünyalar, manevi alanlar ve duygu alemlerine ilişkin ifade repertuarına kavuştu. Yazı, resimsilikten kurtuldu; resmin dili, yerini basit birer işaret olan harfler vasıtasıyla kurulan ve anlam barındıran kelimelere bıraktı. Gözün gördüğü, aklın düşündüğü, kalbin hissettiği her şey belirli sınırlar içinde kelimelerle ifade edilebilir ve yazı ile kalıcılaştırılabilir hale geldi.
Ses yazıya dönüştüğünde, yani kaydedilir hale geldiğinde muhteşem bir değişim yaşandı. Artık seslerle kurduğumuz kelimeleri, harfler vasıtasıyla bir yüzeye kaydederek çok uzaktaki insanlara ve çok sonraki zamanlara iletme şansına kavuşmuştuk. (Bu imkân, yazının bulunuşundan yüzlerce yıl sonra bir kez daha ve bir başka biçimde karşımıza çıkacaktı: O güne kadar gördüklerini yazı aracılığıyla ifade ederken fotoğrafın bulunuşuyla birlikte gördüklerini teknik kayıt aracıyla doğrudan tespit ederek bir başka ortamda yeniden görünür kılabilecekti. Fotoğraf yazının bulunuşu gibi yepyeni bir çığır açacaktı.)
Önce görme vardı
Bir fotoğraf dergisinin daha ilk sayısında okuyucuyu (yoksa “bakıcı” mı demeliyim) söze boğmamak için bu satırlardan itibaren bir dil olarak fotoğraf mevzusuna girmek ve fazla dolanmadan lafın kubbesini dikmek gerekiyor. Evet, kadim metinlerin söylediği gibi “önce söz vardı” değil “önce görme vardı” diye başlamalıyız. Söz, görerek algıladıklarımızın üstüne geldi, lakin görerek algıladıklarımızın ifadesi olmak gibi masum bir işlev üstlenmedi. Dil, neyi göreceğimizi, nasıl göreceğimizi ve gördüklerimizi nasıl anlamlandıracağımızı da belirledi. Yani sade bir iletişim aracı olarak kalmadı, güçlü bir ideolojik araç olarak hayatımızdaki yerini aldı. Nasıl yaşayacağımızı, nasıl bir dil örgüsü üstünden hangi zihniyet kurgusuyla var olacağımızı biçimlendirdi. Dil, algımızı belirlerken, algılarımız da gördüklerimizi biçimlendirdi.
Sonra fotoğraf geldi
Fotoğraf, görünenlerin ama sadece görünenlerin fizik ve kimya marifetiyle duyarlı bir tabakaya aktarılmasından ibaret teknik bir çoğaltma aracıydı başlangıçta. Bu buluş bilim ve teknolojinin gemi azıya aldığı çağda hızla biçim değiştirerek dijital ortama evrildi ve bugün ilginçtir, ses iletmek için yapılmış aletlerle buluştu. Telefonları aynı zamanda fotoğraf makinesi haline geldi. Böyle hızlı bir değişim yaşanırken durup düşünmeye, bu teknik kayıt aletinin manası nedir, bir dili var mıdır, varsa nasıldır diye fikir yürütebilmek için veriler derlemenin güçlükleri malum. Tüketim toplumunda her şey çok hızlı değişiyor. Bu durum, bir dil olarak fotoğrafın üstünde enine boyuna ve derinlemesine söz kurmayı güçleştiriyor ama imkânsız da değil kuşkusuz. Fotoğraf en yalın haliyle görünen dünyadan kopyalar çıkarabilen bir araç. Fotoğrafçı da tıpkı mağara devri ressamı gibi gördükleri arasından seçtiklerini temsil edecek suretler üreten bir özne. Buradan başlayalım söze. Bir hayli indirgenmiş bu tespit üstünden düşünmeye başlayalım. Sözel dilin ve imgeler dilinin hikâyesine başvurarak kendi alanımızın, fotoğrafın nasıl bir dili olduğunu/olabileceğini konuşalım. FotoFilm Fotoğraf ve Sinema Dergisi vesile olsun…
Özcan Yurdalan – Mayıs 2012