Hikayesi bu şekilde özetlenebilecek “Bellflower” toplumsal içerikli olmak iddiasında değil, ancak filmin bugünkü ABD toplumunun bazı vechelerine ışık tuttuğu söylenebilir. Şiddet tutkusu bunlardan biri, bu leitmotiv üzerinde Evan Glodell, Sam Peckinpah’ın hayırlı evladı olduğunu gösterecek kadar başarılı ve hakikatli bir sinematografik anlatım kuruyor. Şiddet tabii ki toplumsal olgularla alakalı bir mesele; ABD taşrasında bireysel silahlanma merakından, okul katliamlarına geniş bir yelpaze çizen şiddet düşkünlüğü, sosyal-sınıfsal-kültürel sebepler, yatkınlıklar ile açıklanmaya muhtaç bir olgu, “Bellflower” ise bu meseleyi, bu sebeplerden ve yatkınlıklardan kopuk, neredeyse varoluşsal bir hal olarak beyaz perdeye aksettiriyor. Woodrow ve Aiden karakterlerinin toplumsal ilişki ağlarının, sınıfsal aidiyetlerinin belirsizliği de bu halin, Amerikan taşrasının genel gerçekliğinin kıyısında, bir takım tuhaf adamların, tuhaf takıntısı olarak algılanmasına sebep oluyor.
Filmdeki kadınlar, tekinsiz ve histerik, bu hali şüphesiz, filme rengini veren “geç ergenlik” hissiyatının izdüşümü olarak görmek gerekir. Kadın karakterler, erkek erkeğe arkadaşlık kavramının yüceltildiği filmde şehvetli, lakin her an problem çıkarabilecek, başa dert açabilecek mahlûklar olarak temsil ediliyorlar.
“Bellflower”, Evan Glodell’in ilk filmi; genç sinemacı, filmin hem yönetmeni, hem –Woodrow rolünde- aktörü, hem de prodüktörü. Son tahlilde, estetik arayışı ve alışılmışın dışında montajı ile bağımsız filmlerin alışıldık estetiğinin de ötesine geçmeye çalışan, avangard bir film var karşımızda. Kısmen şeklin, içeriği geçmesi (hatta estetik deneyimin filmin içeriğini ikame etmesi) sorunu mevcut. Ancak estetik arayış o kadar yaratıcı ve cesur ki çok mütevazı bir bütçeyle çekilen bu filmin söz konusu zaafı önemsizleşiyor.
Ali Tirali – Mayıs 2012