Aramızdan yer çekimini çıkarsaydın?
Bir salonda bütün ışıkların ortasında, bütün gözlerin bebeğinde, kalça darbeleriyle aralanan havaydık.
Darbukanın tek bir kadına itaat ettiği, örtülü saatlerdi. Rakkasın öptüğü peşrevde döndü ellerim. O ellerle kaç gece ömrünün dikenlerini temizledim. Ama işte nan almadan kör olunmuyordu. O da senin sanatındı.
Büyücülükle sınanmaya dans ederken başlamadı mı kadın? Ayine fülfülü kurbandık. Serkeş susmasıydı dile oturan, konuşsak efsaneye göre şiir bedenlenip şairleri hak ettikleri gibi kılıçtan geçirirdi.
Oysa ben sadece elden düşme eski bir rüzgara ahenk oluyordum. Çıplaklığın kutsandığı akşamüstlerinde üstümüz başımız geç kalmışlık kokardı. Yetişememiştik ikimizin baharına, erik dallarını ahir kuşu öpmüştü.
Hangi hayvan seviştikten sonra yıkanır. Aşkı üstümüzden silmekte neden bu denli aceleciydik. Utanmak öğrenilsin diye örtüler icat edilmiş; insanlar birbirinden kapansın da kararsın diye de perdeler… Oysa zerre sakınmadan yaz kış rüzgarlı caddelerde öpüşmeliydik. Yazık ki sen bizi illegal tutmaya amansız bir yemin etmiştin. Gözüne bakmak kaç yıldan başlar korkusuyla, eridim aylarca sesinin buğusunda. Hırçınlık diye bildiklerin göz-yaşı tanelerimdi.
Yaz, sofrayı kurduğumuzda başlardı; haziran sırtına temmuzu alıp koşardı; sen tenimin ücrasında sustalıyla gezerdin. Kızdığında şehre gök gürültüleri inerdi sille tokat… Ne erkendik ne geç tam zamanıydık birbirimizin; öyle ikindi…
Sen gidince sabahın da bir anlamı kalmadı. Uyanmak değil kime uyandığındı mesele. Sonra niye uyunacaktım ki yeniden uyumanın manası kalmayınca. Gecenin kucağında kaç bulut salladılar iplerimi, kutsanmış yerlerimi adım adım kirlettim. Kalmadı tapınılacak ırmak çizdiğin haritada. Fetih görmemiş zerre bırakmadım o kızdan geriye.
Kuşları karnımdaki kafesten çıkarıp azat ettim. Göğe kanatsız devam ettiler. Vebal dediğin, biçim değiştirme ustasıydı. Tek taraflı çırpınmanın telek azabı… Beni bu yarada unutamazsın diye günlerce bağırdım. Midas seferindi. Kulaklarını evvel romandaki iki çocuklu vicdan azabına yatırmıştın. Şiirin sarı ölümünü umursamadın. Kafiye nedir ki dediğin dizeler son bir çırpındı. Enine devrildiler. Mecaz Anlam baharıydı.
Sana gitmekle derde düştüğümden çoktan geldiğini fark etmemiştim. Söyleyeceklerin kapıda birikmişti. Günlerdir alınmayan gazeteler gibi… Tekinsiz kapı zilleri konseri. Çalanın çığlığı, açanın açmazı. Sen çalmadın ben de açmadım say, yok say kapıyı. Sus! Şeytan uyanmasın. Devam et babanın yarasında düş bilemeye.
Rakkasın haline acıma günleri…Pul pul yağmurlar düşüyor günlere… Karşıyaka’dan Karaköy’e vapur seferleri…İnkardan ölecekler listesinin başındasın. Kolonyalı mendille kalbini siliyorsun. Yüzde seksen natürmort temizlik. Kabullenmek sorumluluk, oysa sen artık ceketini bile evlatlık biliyorsun. “Sonsuza dek tükenerek yaşadılar…” Masal suyu çoktan geçilmiş. Sabretmemi bekliyorsun; susmamı diliyorsun, tespihi kırmızı anıyorsun, yok ki bir ömrümüz daha olsa dikerdim dudaklarımı…
Bayram sabahını bekleyen çocuk sabırsızlığıyla giyinmiştim seni. Bütün zırhlardan daha şövalye. Kadın şövalye olur mu deme, değirmenine aşık olmak ölümcül hadisedir…
Gülçin Sahilli