Yazar: Antakya Dergi
Kadeş Savaşı (M.Ö.1296) ve Amurru Krallığı ——————————————————– Amurru Krallığı Doğu Akdeniz ile Asi Nehrinin orada. Oynak bir krallık; zaman zaman Hititlilere tabi, işine geldiği zaman Mısır’a bağımlı oluyor. Bunların bir kralı var, Bentişina isimli, tam Kadeş Savaşı sırasında, Ramses’in saltanatının 5.yılında olduğu kabul edilen,1290 senelerinde Bentişina Mısır tarafını tutuyor, Hititlilere verdiği sözü unutuyor ve Mısır’a geçiyor, ama Hitit ondan intikamını alıyor. Bentişina’yı öldürmüyor, ama onu doğru Anadolu’ya götürüyor, yani ona esir muamelesi yapıyor. Hattuşuli için şöyle bir pasaj var; Hakpiş’te kendisi kralken Bentişina’yı da yanına alıyor, Antakya’nın Kuruluşu (M.Ö.300) —————————————– Antakya’nın kurucusu M.Ö. 3.yüzyılda yaşayan Selevkos kralı I. Nikatör olmasına…
Havanın sıcak ile soğuk arasında gidip geldiği, kararsızlığını yaşadığı kış günlerinin sonlarını yaşıyoruz. Dergimizin sahibi ve Sorumlu Yayın Yönetmeni Mehmet Oflazoğlu’nun İstanbul’dan geldiği bir hafta sonu, sevgili eşim ve “Küçük Adam” Ekin’imizle kahvaltının ardından, dostluğumuzun ilk adımını İzmir’de attığımız, şu an İstanbul’da yaşayan kardeşim Ümit Güzel’in köyü olan Yoncakaya Köyü’ne gitmek üzere yola koyulduk. Yol boyunca geçilen yerleri izliyor, fotoğraflarımızı çekerek Harbiye, Şenköy’den kısa bir süre sonra Antakya’ya bağlı Yoncakaya’da bulmuştuk kendimizi. Dünkü yağmura nispet edercesine günlük güneşlikti hava. Baharın ilk ışıkları yanmış, toprak ana uyanmak üzereydi. YoncakayaYoncakaya Köy, yüksekte olmasına rağmen kayalıkların arasından sular süzülüyordu. “Zeytin, incir, üzüm, nar/…
Karış karış geziyoruz güzel ülkemizi. Gittiğimiz her şehirde farklı bir güzellikle, farklı özelliklerle karşılaşıyoruz. Şimdiye kadar çekim yaptığımız şehirlerde onlarca insan ve onlarca kültür ile tanıştık. Gittiğimiz her yerde yeni şeyler öğrendik ya da bilgilerimizi tazeledik. Adı üstünde, programımızın adı: Müzik ve Yol… Yollar insanları birbirlerine yakınlaştırır. Müzik ise yakınlaşan insanları görünmez bir bağla birbirine bağlar. Bunu yaparken de yörenin kültürüyle yoğurur. Gittiğimiz her yerde bu böyle oldu. Ayrılırken insanların sıcaklığını ve sevgilerini yanımıza alarak döndük yaşadığımız şehre. Bir sabah program çekim planı yaparken, hangi şehre gidip ne çekeceğimizi konuşurken, istedik ki Türkiye mozaiğini anlatabileceğimiz bir bölüm çekelim. Peki, neresiydi…
Gümüşsuyu’ndan Taksim’e Uzanan Yol Üstündeki Sıcacık Evinde Hilmi Yarayıcı İle Soluk Soluğa, Hilmi Yarayıcı; 1968 Antakya doğumludur. İlkokul, ortaokul ve liseyi Antakya’da okuyan Yarayıcı üniversite eğitimini 1993 yılında girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarında tamamladı. İlk gençlik yıllarından beri müzikle ve siyasetle uğraşmıştır. Hilmi Yarayıcı gerek siyasi mücadele gerek ise müzikal anlamda son derece önemli başarılara imza atmış, emekten, eşitlikten yana mücadele edenlerin yıllarca en önemli moral değerlerinden biri olmuştur. Severek sürdürdüğü müzik öğretmenliğinin yanı sıra müzik çalışmalarına da aralıksız devam eden Yarayıcı; birçok albüm çalışması ile dizi film müzikleriyle adından söz ettirmiştir. Nebih Nafile: Öncelikle şunu belirtmeliyim…
Geçmiş Zamanların Kahvehaneleri 5. Ve derler ki Güneş açtı mı yüzünü bir kez Enneplik göğü dar gelir taklacı güvercinlere Şimdi kasap Nuri’nin bol acılı kağıt kebabına ne buyurulur Ardından Künefeci Arab’ın sünme peynirli künefesi Görmezlikten gelir Antakya’nın en içli şairi Mahmut Kuru Kız Enstitüsü önündeki şamatamızı… saçlar biryantinli “Bir duydum deli oldum, diline sağlık Sabite Tur” e mi Şimdi Çiçek Kahvesi’nde tavlaya düşmüştür liseli gençler Arapça bir küfre karışır şiş-göbek Naim’in sesi “Çek haytalıya birrr… Buzlu olsun ya emmi Musi…” Sabahattin Yalkın (*) Yukarıda sözünü ettiğim gibi soysal işlevleri yanında birçok insan için pinekleme yerdir. Önemli ve gerekli bir işlevi…
Ahmet Bostancı bize kendinizi tanıtır mısınız? 1960 Antakya doğumluyum; evli, iki kız, iki oğlan dört çocuk babasıyım. Üç erkek bir kız olmak üzere dört tane de torunum var. Sanat yaşamıma 1975’lerden itibaren karakalem çalışmalarıyla başladım, senelerce fotoğrafçıların karakalem çalışmalarını yaptım, eski kırık dökük, yırtık, siyah beyaz resimleri alıp karakalem çalıştım, pastelle renkli çalıştım ve fotoğrafçılar onları fotoğraf olarak müşterilerine sattılar. Mozaik işine nasıl başladınız, nerden esinlendiniz? Mozaik çalışması yapmak her zaman içimde vardı zaten, ara sıra ufak tefek, ciddi olmayan çalışmalar yapıyordum, taşların nasıl yontulduğunu, bu taşların nerden geldiğini, nerden getirildiğini araştırıp bulmaya çalışıyordum ki, o zamanlar 1997-1998 yıllarında eski…
1. Giriş Bu çalışma, başlık olarak her ne kadar din ve dini algılayışı içeriyorsa da etnografik bir betimleme olarak kaleme alınmış, dinin esasları ve felsefesi üzerine bilgiler ve veriler bildirinin kapsamı dışında bırakılmıştır. Bildiri, Hatay Nusayrileri üzerine 1998 yılı Ağustos ayında Hatay ilinde yapılan bir alan araştırmasının verilerinden ve gözlem sonuçlarından yararlanılarak inşa edilmiştir.[1] 2. Genel Bugün Türkiye’de Nusayri, İçel ve Adana illerinde Arap Uşağı, Fellah olarak da anılan ʽAlavîlerin sayıları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Nasıl bulunduğu hususu, metodolojik açıdan tartışmaya açık olmakla birlikte, 1996 yılı itibariyle Hatay’ın yaklaşık % 29’unun ʽAlavî olduğu ileri sürülmektedir.[3] Türkiye’de genelde yoğunlukla Hatay,…
Bir bayram günü Antakya’dan Mersin’e kadar Antik Kilikya’nın herhangi bir kadim şehrinde mezarlıklara yakın yerlere dikkatle bakarsanız yeşil mersin (hambeles) dalları satıldığını, bunları satın alan kişilerin sessiz uykusuna yatan yakınlarının mezarlarını bu yeşil ve rayihalı dallarla ziyarete yöneldiğini göreceksiniz. Çok az ağaca, çiçeğe bahşedilen bu onur hambelese ne de çok yaraşır. Her dem yeşil olan hambeles ölülerimizin mihmandarıdır. Kültürel uzançlarıyla kendine edindiği yer şaşırtıcıdır. Eski Antakya’nın mağrur günlerinde, Affan Mahallesi efsanevi ve mazbut güzelliğini koruyorken taş avlulu bir evde ibadet için bir araya gelmiş erkeklerin sırasıyla defne, üzüm ve hambelese gösterdikleri saygıyı fark ettiğimde hissettiklerimi bugün anlatmam çok güç.…
Kışın Pazar günleri ne yapılır diye düşünürken, bir dönem hep merak ettiğim, Antakya’yı anlatırken okul kitaplarında okuduğum gibi, Antakya’nın sırtını dayadığı, Habibi-Neccar Dağı en tepesinde bulunan gündüz antenlerini gece ise ışıklarını gördüğümüz yapı. Birçok şehirde olduğu gibi bizim şehrimizde de var olan ama çoğu kez varlığını unuttuğumuz Kale’mizdir. Antakya Kalesi, gidip görmeyi aklımıza getirmediğimiz yerdir. Fikrimizi değiştirmeden yola çıkmaya karar verdik. Tabi yolunu sorup soruşturduktan sonra rotamız önce Reyhanlı karayolu. Antakya’dan çıkıp yaklaşık beş kilometre yol kat ettikten sonra, Çevre yolu bağlantısından hemen önce sağa Altınözü’ne ayrılan yola sapıyoruz. Yolumuz bol virajlı. Habibi-Neccar Dağı ve Antakya Kalesi Habibi-Neccar Dağı ve…
Dışarıda bir yağmur sonbahar mı desem kış mı desem bilemiyorum. Yağmur, işte en doğalından tek farkı düştüğü toprak olsa gerek. Zira İstanbul’da bir başka yağmaz ya neyse bizim yüklediğimiz anlamla bir başka şekillenir ve dışarıda! Hayatımızda nostalji diye adlandırdığımız birçok şey aslında bizim biraz özlemimiz ve biraz da zamanın sözde ileriye doğru akışına tepkimizdir, hiçbir şey eskisi gibi değil diye başlayan cümleler çoğaldıkça yaşlandığımızın işareti olsa da daha bir başka yorumlayarak hayata o demini verme çabamızla her şeye rağmen cümlelerine dönüşür. Annemiz orada da kızıyordu burada da, geç kalmalarımızda evimize. Babamızın bir fiskesini bir azarını göze alıyorduk o gün mahallede…