Uçak Sabiha Gökçen’den havalandığında, yaklaşık olarak bir buçuk saatin nasıl geçeceğini düşünmeye başlamıştım. Bu beklentim uçak korkusundan değildi. Antakya’ya ilk kez gidiyordum. Yeni insanlarla tanışacak ve Anadolu’nun bu güzel, sözünü çok duyduğum yöresini ilk kez görecektim.
Samandağ Şiir Akşamları’na gitmiştik ve Türkiye’nin değişik yerlerinden şair arkadaşlar vardı bu etkinlik için gelen. Tarih 23 Nisan’dı…
Şaşkınlık içindeydim. Hiç gelmediğim bu yerleri bir yerlerden biliyor, tanıyor gibiydim. Bunun gerekçesini saatlerce düşündüm desem yeridir.
Buldum da. Selam verdiğimiz, elini sıktığımız her insan farklı bir sıcaklık taşıyordu. Yüzler tanıdıktı sanki ve bu tanıdık olma duygusu genele yansımış, yöreyi tanımaya kadar taşımıştı beni.
Antakya’nın çok farklı, gizemli bir havası var. Diyelim ki siz bir kitap kurdusunuz ve sizi tarihi, ahşap bir yapının içinde, binlerce kitapla baş başa bırakıyorlar. Antakya böyle bir şey işte…
Dağ mı, deniz mi, ova mı!..
Sebze mi, meyve mi, et mi, balık mı!..
Türkü mü, müzik mi!..
Nedir aradığınız, onu söyleyin siz. Antakya’da aradıklarınızın tümünü bulabilirsiniz. Bir Akdeniz kenti olmasına karşın, sizi boğan hava da yoktur Antakya’da. Soluk almalarınız rahat, beslenmeniz çok yönlü ve yeterli, görsel anlamda gözleriniz tok, daha ne olsun…
Gördüğüm herkes gönüllü turizm rehberi gibiydi. Konuk ağırlamanın verdiği haz yetiyordu yöre insanına…
Çan da vardı, ezan da ve kimse kimseyi inançlarıyla yargılamıyordu. Altı kilise, üstü cami olan yapı da vardı. Farklı dillerin, farklı kültürlerin bu denli uyum içinde, bu denli barışık yaşayabildiği dünyanın az sayıdaki yerlerinden biriydi sanırım Antakya…
Harbiye, defne, ipek, künefe, tarih, doğa ve akıl sır ermeyen Asi…
Gitmeyi düşünür müsünüz Antakya’ya?
Gidin derim ben. Ayırın birkaç gününüzü ve gidin bu güzel kente. O kentin güzel insanlarını daha yıkından tanıyın.
Asla pişman olmayacaksınız…
O Kadar Zor Değil
Orman gülü
portakal çiçeğine selam yollamıştı,
Keltepe Keldağ’a;
üstümde kalmasın.
Uyarın beni, unutmayayım,
Nikomedya’lı Santa Barbara ile
Çevlik Plajı’nda güneşlenen
ay ışığının sevdasını.
Ayrı dinin,
aynı dilde yaşadığı güzellikleri,
çerçeveleyip asın duvara,
bilmeyen görsün.
Gözlerinin ışıltısına,
yeşil kaplumbağaların rengini saklayan,
Musa Dağı’ndaki çoban kızının
gelinlik düşlerine kıymayın yok yere,
zamanı değil hüznün.
Akdeniz’i
yeniden maviye boyamak yok,
gerek yok Carettaların
binlerce yıllık düşlerini yıkmaya,
gülümseyin yeter.
Haydi şimdi,
çözün düşlerinizin palamarlarını,
şişirin yüreğinizin yelkenlerini yaşama.
Varsayın ki,
Asi Nehri’nde bir balıksınız,
ağzınızda sihirli yüzük,
Filistinli bir çocuğa gözyaşı taşıyorsunuz,
ekmek taşıyorsunuz Afrika’da bir aç insana.
Düşünün, deneyin, olacak,
o kadar zor değil…
Nebih Nafile – 12 Mart 2010