Adil Okay’la ortak bir kitap hazırlamaya ne zaman karar verdim? Bu soruyu şu anda yanıtlamam mümkün değil. Ama Adil’le tanışmamızdan, anlattıklarını dinledikten, kendisini, ailesini ve bilhassa babasının yaşamını ve kardeşlerini, hele ağabeyi Arif Okay’ı bildikten bir süre sonra bu düşüncenin doğduğunu ve zaman içinde, güneşi göre göre, rüzgârda ve karda tomurcuklandığını ve yeşerdiğini biliyorum.
Ben de o zaman şu yanıtı verdim:
‘Önemli. Bunların hepsi önemli. Çocukluk hele çok önemli. Çocukluk ve çocukken yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımız. Bunların önemini zaman içinde ve bu kitapta göstermeye de çalışacağız. Soru cevap şeklinde. Vaktimiz var, hiç merak etme. Onun için buradayız zaten.’
Nihayet bu konuda şunu da eklemek istiyorum bugün: Adil Okay’ın çocukluğu, herhangi bir çocukluk değil. Gençliği herhangi bir gençlik değil. Sonrası da çok farklı. Görecek, göreceksiniz…
Evet, siz de göreceksiniz, öyle ‘Hayat Rahat Ve Durgun Akan Bir Nehirdir’ havası yok bu çocuklukta, bu gençlikte ve sonrasında. Ve siz de bizzat kendi kararınızı vereceksiniz. Ve görecek göreceksiniz ki yanılmıyorum. Yanılmadım.
Söyleşilerimizle doldurduğumuz kasetleri sevecen, yardımcı olmayı bir tür gönüllülük olarak yüreklerinde taşıyan insanlar, kadınlar ve erkekler ‘çözdüler’. Yani sözümüzü beyaz kâğıdın üstüne serdiler: Satır satır. Sayfa sayfa. Rana başta olmak üzere onların hepsine bin bir teşekkür.
O yazılanları aldık, yeniden ve yeniden okuduk. Ben okudum. Adil okudu. Sonra yeniden ben okudum, o yeniden okudu ve bu çalışmaya son biçimini böyle nakış işlercesine, mermere veya taşa biçim verircesine ortaya çıkardık.
Sonra Arif Okay yazılanların tümünü okudu. Kimi düzeltmeler yaptı. Kimi ekler de. Ona da teşekkür borçluyum. Teşekkür borçluyuz.
Evet, teşekkür borçluyum çünkü bu çalışmayı tek başıma gerçekleştirmedim. Adil elbette en başta sözüyle ‘asıl oğlan ’ rolünü hakkıyla yaptı. Yılmaz Güney görseydi hemen en kral filminde Adil’e en kral rolü verirdi. Ama Yılmaz Güney kendisine ayrılan zaman cetvelini en güzel renkler ve en coşkulu seslerle doldurdu ve Adil’i bekleyemeden gitti maalesef.
Evet, bu çalışmayı Adil ve ben birlikte, bir tür imece yöntemiyle, dört el ve sekiz (Niye sekiz diye sormayın lütfen) gözle gerçekleştirdik. Ama yanımızda her zaman dayanışma içinde yoldaşlarımız, kardeşlerimiz, arkadaşlarımız ve dostlarımız bulundular. Sağ olsunlar. Var olsunlar.
Güneş sözünde durdukça çalışmamız sürdü. Güneşe bakarak.
İyi mi oldu? Bizce evet. Veya en azından biz elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık. En iyisi olması için mümkün olanı yaptık. Ama asıl kararı siz vereceksiniz. Sizce nasıl? Bu soruyu sormak sırası şimdi bizde.
Başından itibaren kitaba başlık olarak ‘geçerken’i seçtim. Ama doğrusunu isterseniz kesin kararımı yeni verdim. Ve geçerken birincilikle ipi göğüsledi.
Neyi geçerken? Niye geçerken?
Çünkü bir defa ‘geçerken’ sözcüğü başlık olarak fena değil. Sonra burada Adil’in hayat hikâyesini konuşmak ve anlatmak istiyorum. Hayat akıp geçiyor. Zaman gelip gidiyor. Ve dahası biz geçiyoruz, çünkü bizim de zaman cetvelimiz doluyor, dolmak üzere ama bizden sonra gelecekler var. Gelenlere geçip giderken bir şeyler bırakmak anlamında bu kitaba da bu başlık çok iyi uyar dedim.
Umarım okuyunca sizler de bana hak vereceksiniz.
Adil okay – Ekim 2011