Geldin.
Zaman, burgaçlar çizerek başımızın üstünde geziniyor.
Gözlerimizin değdiği her şey tükeniyor.
Her şey yok olup gidiyor.
Bitmez dediğimiz şeyler bitiyor.
Peki, ne eskimez, ne bitmez? İnsan ömrü ne ki?
Varız diyoruz ama kaç yıl?
Bizi en fazla (varsa) torunlarımız hatırlar, o da vefalılarsa!
Bütün bir insanlık tarihinin önünde bizim ömrümüz ne ki?
Aslında biz yokuz…
Öldük mü en fazla destan kahramanları gibi adımız kalır.
O da ne işe yararsa? Aşil ya da Alp Er Tunga…
Bir isim nedir ki? Biz yokuz, varız ama yokuz.
Acılarımızla sevinçlerimizle, hayallerimizle varız.
Acıkıyoruz, sevgi istiyoruz, acı çekiyoruz çünkü varız.
Bütün bunlar, kısa bir ömürde var oluyorsa aslında bunlar da yok.
Sen bir zamanlar acıkmışsın, sevmişsin, ağlamışsın…
Aslında bunlar yok.
Biz yokuz, bu otel de yok, bu masa, bu sohbet de yok.
Bir hayal olup gidecek.
Zamanın çarkında kimler, neler öğütülüp yok olmadı ki?
Gözümüzden perdeler indikçe anlaşılıyor bazı şeyler.
Ama perdelere de ihtiyacımız var.
Onlar olmasa nasıl dayanabilirdik bu olup bitenlere.
Şimdi anne, baba diyoruz, sorumluluklarımız var diyoruz ha gayret, sevda var diyoruz, hasret var diyoruz ha gayret.
Oysa bütün bunlar bir kokudan ibaret. Asıl değil bir benzeyiş…
Perdeyi aralayıp bakabilsek gerçek bizi kör edecek.
Ne anne var ne sevgili, ne üzüntü var ne sevinç.
Yapayalnızız dostum, yapayalnız!
Bir oyun bu, bir varsayım oyunu.
Âşık mısın, sevgilin için neler yapmazsın ki?
O çok kıymetli biri mi? Sen öyle san! Sen öyle var say…
Sen var saydığın için güzel bir aşkın var. Sen öyle düşündüğün için var.
O güzelliği sen yaratıyorsun kafanın içinde. Dedim ya hayat bir varsayım oyunu. Öldüğümüzde varsaydıklarımız kalacak mı? Ben istemezdim kalmasını.
Hiçbir şey istemezdim. Sadece yokluk olsun isterdim.
O yokluğun içinde olmak isterdim.
Karşı tarafta varlık olsaydı, varlığa yokluğun içinden bakmak isterdim.
Ama benim varsaydıklarım olmasaydı…
Hayaller, benzetmeler, kuklalar değil de varlığın ta kendisi olsaydı.
Varlık ve yokluk…
Şimdi sen bir hayalsin benim için.
Sen, sen değilsin, olamazsın.
Bir hayalsin çünkü ben seni kafamda varsayıyorum.
Aslında gözünün her iliştiği kişinin varsayımısın sen.
Annen seni varsaydı, kardeşin, arkadaşların…
Ben seni başka türlü varsaydım, herkes farklı farklı varsaydı seni.
Sen benim bıraktığım o kişi değilsin ki şimdi.
Zaman seni değiştirdi. Olaylar yaşadın, düşüncelerin deneyimlerin değişti.
Kaldığımız yerden nasıl başlayabiliriz ki?
Seni şimdi varsayarak konuşuyorum ama o eski kişi yok ki karşımda.
Ben ona ulaşamam ki. Ulaşamayacağım kişi “yok” ki…
Ben aslında bir yokluğa konuşuyorum. Hangi insan değişmez, hep aynıyım, der.
Zaman kimi değiştirmez.
Sen benim kafamın içindeki bir hayalsin.
Ben bir hayalle konuşuyorum.
Ah zavallı ruh, hayallerle konuşuyorsun!
Aslında, şimdi sen bana bırak zamanı şunu bunu, diyebilirsin.
Zaman insanı yıpratır, olaylar değiştirir. Boş ver bunları.
İnsan ne kadar yaşasa da onunla ilgili imgemiz değişmez.
Yaşanmış onca hatırayı nasıl silip atabilirsin?
Bir imge, bir hatıra nedir ki? Etiket.
Bizler o hatıralara sığınıyoruz dostum.
Sevgili diyoruz o hep öyle kalmıyor.
Kalamıyor çünkü değişiyor.
Çünkü o hiçbir zaman bizim sevgilimiz olmadı.
Onu biz varsaydık.
Biz kendimizi kandırıyoruz: Dost dosttur, düşman da düşman.
Bugünün dostu nereye kadar, dünün düşmanı bugün nerede?
Yalan ve hakikat!
Gölgeler ve perdeler!
Varlık ve yokluk!
Gördüklerime mi inanayım duygularıma mı ey dost!
Yaşadıklarına mı inanacaksın etiketlere mi?
Kalktık, Aliotti Bahçesine gittik. Yitik zaman peşindeydik.
Buca, Manoli Hotel, 2022
Ümit Yıldırım