İlk şiir kitabı Evren Mapusanesi(1974) ile Türkiye’deki şiir toprağına adımını atan A.Günbaş, uzun bir suskunluk döneminden sonra ikinci kitabı Gecenin Neresindesin(1986) kitabıyla şiirin uzun yolunda yürüyüşüne kaldığı yerden devam ediyordu. Ancak daha sonra on bir yıl sürecek olan yeni bir suskunluk döneminin ardından Göçkün(1997) ile bu zorlu yolda yeni bir dönemece giriyor ve art arda şiir kitaplarını yayımlamaya başlıyordu. Bunlar: Sulardan Sonra(1999), Mustafa Kemaller Erken Büyür(Çocuklar için bir Kurtuluş Savaşı denemesi-2000), Aşk Boyu Sürgün(2001), Çağlaçakır(2004), İpek Yarası(2006), Şiir Cebi(Çocuk Şiirleri -2010 ), Islık Borcu(2010), Şiirtüven Sofrası Ezgileri(2011, Ahmet Uysal ve Bülent Gürdal’la), Aykırı Çocuk(Çocuk Şiirler-2013), Rüzgar Akıllı(3013), Çatapat Sesimle (Seçme Şiirler-2014), Balkonumda Kuşlar( Çocuk Şiirleri-2014) ve Yırtık Yol(2016)dan sonra, Ahmet Günbaş’ın Hayal Yayınları’ndan çıkan 17. şiir kitabı Gölgesi Yaralı(2018) ile üretken bir şair olarak şiirin bu uzun yolunda sepetini rengarenk şiirlerle dolduruyordu.
Gölgesi Yaralı, Ahmet Günbaş’ın “ Şiirdeğer Annem” dediği annesi Havva Günbaş’ın anısına adanmış. Kitaptaki şiirler dört başlık altında toplanmış: Ömürlük, Aşktan-Şiirden, Külbilgisi, Üç nokta. Kitabın sayfalarını çevirdikçe A.Günbaş’ın yeni bir biçim denediği şiirler karşılıyor bizi. Dört bölüm altında toplanan şiirlerin ortak özelliği, tümünün üç dizelik(üçlük) birimler halinde yazılmış ve her birimin numaralandırılmış olması. Numaralandırılan her birim, ilk bakışta ayrı bir şiirmiş gibi görünmesine rağmen aslında her bölümü, kitabın tümünü bütünleyen bir ırmak şiirin birer parçasını oluşturuyor.
1.Gürül gürül geçtiğindir / Rengarenk adımlarla sonsuza doğru…/ Geçmiş anımsatır, gelecek dürter
2.Konduysam kelebek hafifliğinde!../ Geldimgeçtim şarkısını/ Duyan var mı?.. (s.9) Örneklerinde görüldüğü gibi Ömürlük başlığını taşıyan birinci bölüm 50 adet üçlük birimden oluşuyor, yani 150 dizelik uzun bir şiir gibi.
Kitabın ikinci bölümü “Ateşten, Şiirden” adını taşıyor. Bu bölümde de elli tane üçlük birim var.
1.Bir şiir geçimiydi…/ Salkım saçak imgelerle estiydin ömrüme!../Aşk mıydı neydi?..
2.Anladım varlığım yokluğunla başlar/ Giderayak çatlatıp saçtığın narı/ hâlâ ardın sıra topluyor kuşlar! (s.29)
Külbilgisi adlı üçüncü bölüm öncekiler gibi elli adet üçlük birimden oluşuyor.
1.Mademki bizden içre bu yangın / külünü savurdukça artar hevesi / o hâlde cayır cayır günaydın!(s.49)
2. / Sabahın çapağında başlayalım işe / Akla bulaşan kanı da silelim/ Düşe kalka, ine çıka, peş peşe!.. (s.49)
Kalbin çeperini yırtınca keder/ Ne şiire sığar ne ezgiye / Üç kere üç ne domuz eder!.. (s.67) dizelerinin yer aldığı kitabın son bölümü, Üçnokta adlı bir tek üçlükten oluşan bir şiirle bitiyor. Bu bölümün adı olan ve dizenin sonunda yer alan üç nokta(…) Günbaş’ın şiir yolculuğunun süreceğini de imliyor bize.
Aşkta ve sevgide aradığını bulamayan şiir öznesinin yüreğini saran keder ve hüzün, o denli büyüktür ki hiçbir yere sığmaz. Onu ne şiir ne de müzik anlatabilir. Bu yüzden ne söylese yine de eksik kalacaktır şair için, mutlaka söyleyeceği bir şeyler olacaktır. “Kırık dökük teselliydi her serpinti / Islıkla çığlık karışımı / üçledim gitti…” dizeleriyle “Sunu” adlı üçlükten oluşan bir şiirle başlıyor kitaptaki şiirler. Bu üçlük, kitaptaki şiirlerin adeta bir özeti.
Ahmet Günbaş
Aslında yaşanılan hayat, acısıyla tatlısıyla, iyisiyle kötüsüyle şair özneye arzuladığı huzuru ve mutluluğu yaşatamamıştır. Bu yüzden de çekilen bunca acıları hafifletecek küçük tesellilerle avunulacak bir yetinmeyle ne kadar mutlu olabilirse bir şair, Ahmet Günbaş’ın şiir öznesi de o kadar mutlu olabiliyor. Bunlar şair özne için yeterli değildir. O, sadece kendisi için değil, toplumun özgür ve mutlu olabileceği bir hayat istemektedir. Bunu da şiir aracılığıyla okuruna hissettirmeye çalışıyor.
Kitabın birinci bölümünde hızla akıp sonsuzluğa doğru giden zaman imgesiyle birlikte yaşamın sonuna yaklaşıldığı; bu süreç içinde aşk, yarım kalan hevesler, yaşlılık tedirginliği, arzulananlara kavuşamamanın getirdiği ince hüzün, ölüm, acıya vergili bir yürek, duyarsızlıklar, geçmişe ve anılara sığınma gibi her bir birimde farklı izlekler geçen zaman algısının şair özneye anımsattıklarıyla birlikte birer birer işleniyor.
Aşktan Şiirden adını taşıyan ikinci bölümde ise, aşk izleği çevresinde sevgiliye zaman zaman dile getirdiği yakınmalar, aşkı yüceltmelerle birlikte ayrılık, yalnızlık ve erotizm gibi temalar işleniyor. “Daldıkça derinlikler bağışlarım sana / daldıkça sevişmeler alt üst eder ufkunu / Ben bir dalgıç kuşuyum huyum suyum bu” (s.30), “Ben çok yıkımlar gördüm cancazım / Hepsinden sağ çıktıysam inan aşktandır “ dizeleriyle aşk ve onun hallerinin şair öznedeki etkisi merkezinde zaman zaman erotizm , zaman zaman aşka ve sevgiliye olan tutku, zaman zaman ayrılıkla birlikte dünyada yaşanan bütün kötülüklere, pisliklere karşın aşkın saf ve temiz kalmasını istiyor. “Farkında mısın sevgilim ?../ Leş gibi kokuyor dünya / Aşkı bari yitirmeyelim” (s.41) diyerek dünyanın yaşanılmaz ve iğrenç bir hale geldiğini vurguluyor.
Üçüncü bölümde daha çok sosyal ve toplumsal acılara yer veriliyor. Başta Ortadoğu, Afrika olmak üzere küresel emperyalizmin sömürgeleştirdiği dünyanın geri bıraktırılmış bölgelerindeki çekilen acılar ülkemizdeki başta Madımak katliamı olmak üzere her türlü kanlı terör olaylarına kadar yaşanan büyük acılar karşısında Ahmet Günbaş’ın tutunacağı ve savunacağı tek silahı şiir oluyor. “Baktım ki can yelekleri delik deşik / kıyılar tutamaksız, sularsa kırk boğum / Şiire sığındım ben de çocuğum”(s.53) diyen şair, bu yolla kendini onarırken aynı zamanda yaşanılan bu adaletsiz düzeni de eleştirirken resmi ideolojiye de itirazını yükseltiyor.
Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de tezgahlanan iç savaş ve onun getirdiği yıkımlar, mültecilerin yaşadığı acılar karşısında bunlara ağzını açmayanlara yönelik eleştiriler yapılıyor. Bu insanlık dışı uygulamalara gözleri kapalı, kulakları tıkalı ve ağızları bağlı olan şairlere, sanatçılara, aydınlara ve politikacılara karşı kaleminin ucunu sivriltiyor Ahmet Günbaş. “Bal gibi tanıyoruz birbirimizi / Susmaktan tanıyoruz / Soy sop, şiir miir, hepsi çok iyi!..”(s.52) diyerek Sivas’ta yaşattıkları vahşetle doktor şair Behçet Aysan ve otuz üç cana kıymakla yetinmeyen kan içici zihniyet, bu kez de Eren Aysan’a kusuyor kara kinini. “Bir yangın ki gerine gerine / kusuyor alevini hiç çekinmeden / Behçet Aysan’dan sonra kızı Eren’e!..”(s.59)
Kitabın son bölümü Üç nokta ise “Kalbin çeperini yırtınca keder / ne şiire sığar ne ezgiye / Üç kere üç ne domuz eder!..” dizelerinin yer aldığı tek bir üçlükten oluşuyor.
Şiirlerin biçim özelliklerine baktığımızda, tümünün üçlük birimlerden kurulduğunu görüyoruz. “Seni gidi uslanmaz kızıl!../ Seni karanfil eşkıyası / Olmadık yerde açarsın kımıl kımıl” /s.62) Külbilgisi bölümünün 41 nolu şiirinde de görüldüğü gibi bu birimlerde göze çarpan özellik , bunların serbest haiku (5+7+5) diyebileceğimiz biçimde yapılandırılmaları. Üçlük birimler genellikle aba ya da abb uyak örgüsüyle düzenlenmiş; dize sonlarında ise yarım, tam uyak ve redifler kullanılmıştır.
Yine kitabın bütünündeki şiirlerde ses ve ahenk unsurları olarak uyak, redif, aliterasyon ve asonanslar kullanılırken zaman zaman “Sabahın çapağından başlayalım işe / Akla bulaşan kanı da silelim / düşe kalka, ine çıka, peş peşe!..” (s.49) örneğindeki gibi ikilemelerden sözcük yinelemelerinden de yararlanılıyor. Bu anlamda Ahmet Günbaş’ın oldukça başarılı olduğunu görüyoruz.
Ahmet Günbaş kendine özgü bir şiir dili kurmasına rağmen bununla yetinmeyen bir şair. Sürekli yeni denemelere girişiyor, dille tabiri caizse köşe kapmaca oynuyor. Kendisinin kurguladığı hem anlamsal hem de dilsel sapmalara başvuruyor. “Umarsız şarkılar edinir de göçerayak” (s.37),“Yağmalanmış hevesi delimsek çağında”(s.38) “el ayak çekilince düşbozumu”(s.39), “külbilgisinde kayıtlı hepsi”(s.50), “sarpasaranbirsarıdan doğduğumuz belli”(62), “düşbakışı ne güzelsin dünya”(s.64) örneklerinde görüldüğü gibi yeni sözcükler üreterek bir yandan Türkçeye katkılar yaparken öte yandan yeni anlam arayışlarına giriyor.
Günbaş’ın kullandığı dilde sanatlı söyleyişler, onun şiirinin ulaştığı estetik düzeyi de gösteriyor. Şiirlerinde söz ve anlam sanatlarından “Çocuklar, ötüşken kuşlar!..”(s.20), “İyice esridi gece Balkonu sevişgen çılgın bir şiirde / ay ışığı akıyor evin göğsüne!..”(s.32) benzetme( teşbih-i beliğ), eğretileme(istiare), “Sesinde yıkanır onca kir onca kan!../ Sevgilim sesinde ılık bir süt tadı / dünyanın açlığını doyuran!..”(s.31) abartma(mübalağa”(s.56), “İyi ki sordun pazarların avazını / bir anne şevkatiyle kış ayazında / yoksul bir kalbe giydirdiğin pabuçtan”(s.56) düzdeğişmece(mecaz-mürsel), ), “ Yo yoksul çocuklardı ki / en iyi onlar anlardı sabahı / Topuğundan vurdular sevinci”(s.56) anıştırma(telmih) gibi sanatları şiirin temasına uygun bir biçimde ustalıkla kullanıyor. Böylece anlatımı daha renkli, çarpıcı ve etkili bir hale getiriyor. Bunları yaparken de çoğu kez karşıt kavramlardan ve yaşamdaki çelişkilerden hareketle şiirini kurguluyor.
Dili ustalıkla kullanan Ahmet Günbaş, yalınlığa, duruluğa ve yoğunluğa özen gösteriyor şiirlerinde. Şiirlerinde kullandığı dünya, hasret, sersefil, efkar, balkon… gibi sözcüklerin dışında yabancı sözcükler yok denecek kadar az. Bunların da çoğu günlük dilde kullanılan Türkçeleşmiş sözcüklerdir. Zaman zaman da dilimizde yaygın olarak pek kullanılmayan içrek, avazlanmak, esrimek gibi Türkçe sözcükleri şiirlerinde kullanarak onlara hayat veriyor.
Kitapta alışılmamış bağdaştırmalarla kurulan özgün imgeler, çağrışım yönünden de zengin. Sözgelimi “ Eksilen kuşlar mavisinden / söz ediyorum size / Kıyısı yok ki dövünecek!”(s.10), “Ah bu anlı şanlı kırmızı / Hangi gülle söz kesmişse sabaha / Aşk olup uyandırır sol yanımızı”(s.11), “/ Kişner binlerce serüven sağrısı terli rüzgarında / Gecesi şiirseyen şarabı kadar güzel”(s.19) gibi örneklerin yanında “Yoruldum şiiridir bu, kimse şaşırmasın / Ah ile vah ile uçurdum son kuşumu / Ne demiş şair: “Üstü kalsın!”(s.12) değişmece, telmih ve iktibas sanatlarının bir arada kullanıldığı bu dizelerde Ahmet Günbaş’ın dile ve onun sınırsız gücüne ne denli inandığını ve onun gereği gibi nasıl kullanılacağını göstermesi bakımından çok önemlidir.
Acılarımızla yüzleşmek, onlardan çekinmemek, utanmamak gerek. Onların tümünü göğüsleyebilecek cesareti gösterebilmeliyiz. Gösterebilmeliyiz ki Rilke’nin: “Wie mich nicht umbringt macht mich starker” (Beni öldürmeyen şey, beni daha güçlü kılar.) sözünü doğrularcasına güçlü olabilelim hayatta. Ahmet Günbaş da hayatında karşılaştığı nice engellerle, zorluklarla acılarla boğuştu, yoğruldu, pişti. Şiir macerasında da aynı şeyleri yaşadı; ama bugün usta bir şair olarak alçakgönüllülüğünden, insanı ve toplumu gözeten duyarlılığından dostlarına olan vefa duygusundan ve şiire olan sevdasından bir milim sapmadı.
Deneme, araştırma, inceleme, öykü, roman ve çocuk kitaplarının dışında olmazsa olmazıdır şiir Ahmet Günbaş’ın. Başının belalısı gibidir şiir, onsuz soluk alamaz. Ömrünü şiirin uzun yoluna adayan şair, şimdiye dek yayımlanan kitaplarının yanına bir yenisini daha ekliyor. Gölgesi Yaralı ile şiirle olan aşkı ve tutkusu sürüyor Ahmet Günbaş’ın. Dileğim hiç eksilmesin, nicelerine olsun diyorum.
Dizdar Karaduman